9 Eylül 2016 Cuma




İnsanın kas ve kemik sistemindeki tüm hastalıkların üçte birinin mesleki nedenlere bağlı olduğunu biliyoruz. Üstelik bu tip istatistiklerin hemen daima gelişmiş ülkelerden kaynaklandığını da unutmayın. Bizimki gibi bir ülkedeki işyerlerinin halini, hepiniz benden çok daha iyi biliyorsunuz. Zaten pek çok işte, işin kaçınılamaz bir parçası olarak vücudunuz aşırı zorlanıyor.

Kas ve kemik sistemindeki hastalıkların en önemli parçasını ise bel ve boyun fıtıkları oluşturuyor. Demek ki bel ve boynunuzdaki, sırtınızdaki yakınmalarınız da mesleğinize bağlı olabilir, hem de büyük bir ihtimalle. Günün en büyük bölümünü geçirdiğiniz iş yerinizdeki sandalyenizin, çalışma masasının/tezgahının veya ekranının yüksekliği mutlaka  vücudunuza ve yaptığınız işe göre ayarlanmalı.


Baş vurduğunuz doktor size ağrınıza yönelik ilaçlar veriyor, yakınmalarınız geçiyor. Güzel. Daha iyi bir doktor kilonuza yönelik bir takım önerilerde bulunuyor, hatta size daha çok vakit ayırıp yapmanız gereken egzersizlere dair bilgi veriyor. Çok güzel. Ama bence artık doktorunuz iş yerinizi nasıl planlamanız gerektiğini de size anlatmalı.

Yani nasıl bir sandalye arkalığı, oturduğunuz yerin eğimi, ayaklarınız yerde mi olacak, masanızın yüksekliği nasıl olmalı, ayakta çalışıyorsanız ayaklarınız nasıl durmalı, iş tezgahının yüksekliği ne olmalı, bilgisayar ekranı hangi yükseklikte durmalı, dizüstü bilgisayar dizinizin üstünde mi olmalı, bunlar hep cevaplanması gereken sorulara örnekler...


1 Temmuz 2015 Çarşamba

Bu anlatacağım kulağınıza küpe olsun. Bu uyarı tüm tıp dallarını ilgilendiren tüm hastalıklarınız için de geçerli. Bir çocukluk arkadaşıma özel bir hastanede, endoskopik ve ateş pahasına mal olacak bir ameliyat önermişler. Tabii bunun acil olduğunu ve hemen yarın yapılması gerektiğini de eklemişler. Bana telefonla ulaşabildiği için ne yapması gerektiğini sordu. Ben de ona bu konunun benim uzmanlık alanıma girmediğini söyledim. Nasıl olsa ki 2. bir görüş almak isteyeceğini, ama bu görüşü alırken tercihini o şehirdeki devlet ihtisas hastanesi veya üniversite hastanesi lehine kullanmasını öğütledim. “Böyle yüksek teknolojili bir ameliyatı sizin hastanenizde olsam, SGK (Sosyal Güvenlik kurumu) bunun ücretini karşılıyor mu?” diye mutlaka sorması gerektiğini de ekledim. Beni üzgün bir sesle arayıp, SGK’nın ödeme yapmadığını ve istenen parayı da bulamadığını; bu yüzden de maalesef gidip üniversitede önerilen ucuz ameliyatı olacağını söyleyince içim acıdı. Arkadaşım olmasa bu yorumu yapar mıydım şimdi bilemiyorum aslında. Ama ona SGK’nın ödeyeceği ameliyatlara, ülkenin saygın cerrahi meslek kuruluşlarının, o mesleğin en üst seviyelerindeki en tecrübeli uzmanlarınca oluşturulan komisyonlarına danışarak karar verdiğini, yani haklı olduğunu söyledim. “Demek ki sana  önerilen ameliyat; cerrahların ulusal meslek kuruluşlarınca oluşturulan uzmanlar heyetlerince henüz kabul görmemiş, deyim yerindeyse henüz deneysel evrede olan bir ameliyatmış!” dedim. Özel hastanedeki doktorlara saygısızlık etmiş olabilirim ama 50 yıllık arkadaşıma kıyamadım. Siz siz olun, böyle bir durumda 2. görüşü büyük şehirlerdeki devlet ihtisas hastanelerinden veya artık hemen her şehirde bulunan üniversite hastanelerinden alın. Soracağınız anahtar soru şu olsun: “ Bana önerilen ve ileri teknolojiler kullanılarak uygulandığı için pahalı olduğu söylenen bu bir ameliyatı sizin hastanenizde olsam, SGK (Sosyal Güvenlik kurumu) bunun ücretini karşılar mı?”…

8 Haziran 2015 Pazartesi

Bu cümleyi duyduğunuzda zaten çaresizlikten kan beyninize sıçrayacak ama aslında korkudan saçlarınız diken diken olmalı…
Tabii böyle bir cümle bu ameliyat Ankara’da yapılamıyor, Türkiye’de yapılamıyor şeklinde de kulağınıza gelebilir. Bu tip sözleri ulusal veya uluslar arası arenadan söz sahibi, saygın bir akademisyenden duyduysanız amenna, ama durum böyle değilse, ikinci- üçüncü hatta sekizinci bir görüş alsanız iyi edersiniz.  Çünkü son zamanlarda gördüğüm o ki; yetenekleri hırslarına dar gelen pek çok meslektaşım, belki de bir ego şişmesinin kurbanı olduklarından, “Ben bu tip hastalarda kesin bir çözüme götüren tedavileri uygulama becerisine sahip değilim, ama hastanızı bilmem kime göstermenizi tavsiye edebilirim.” gibi bir cümleyi bir türlü kuramıyorlar.
Malum şahsiyetin bile hemen her konuda uzman kesildiği göz önüne alındığında, hiçbir meslektaşımı da çok suçlamak istemiyorum ama “BİLMİYORUM” diyebilmek bir meziyettir ve bu kelimeyi kullananın bilgisinin çokluğunun ve özgüveninin en iyi göstergesidir.

Zaten yeterli hayat tecrübesine hepiniz sahipsiniz, hiçbirinizden daha akılı da değilim ama 30 küsur yıllık mesleki deneyimlerine dayanarak diyeceğim şu ki; eğer bir doktor çok yüksek bir perdeden konuşuyorsa, konuşmasında çok fazla “ben” sözcüğü kullanıyorsa, kesin ve genelleyici ifadeleri tercih ediyorsa ve daha da ayıbı kendini övüyorsa;  oradan hemen toz olun…

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Son gördüğüm skolyoz hastası, sinirlerini ve kaslarını harabeden bir illet nedeni ile tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş 7 yaşında cin gibi dünyalar güzeli bir çocuktu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, sırtındaki eğrilik nedeni ile tam olarak dik de oturamıyordu. Daha önce hastaya, omurgalarına vidalar koymak yolu ile omurgasının düzeltilebileceği söylenmiş, ailesi de böyle büyük ve riskli bir ameliyatı yaptırmak istememiş. Son alarak ta bizim görüşümüzü almak için gelmişler.
Hastayı detaylı değerlendirdiğimde, omurgadaki eğriliğin aslında göğüs duvarındaki, yani kaburgalardaki bir gelişim bozukluğundan kaynaklandığını fark ettim. Bu tip hastalarda solunum sıkıntısı da görülebildiği için yaptırdığım solunum fonksiyon testlerinde çocuğun durumunun o kadar da kötü olmadığını gördük. Henüz omurgasındaki eğriliğin tehlikeli kabul ettiğimiz sınırın altında olmasını ve yaşını da göz önüne alarak, bir süre daha takip etmeye karar verdik. Zaten ben şahsen bu tip ameliyatların sadece kozmetik amaçla yapma konusunda hep gönülsüz oldum, ağırdan aldım.
Bu tip ekstra problemleri olan skolyoz hastalarında korse tedavisi de kullanılamadığı için, sırtındaki eğrilik ilerleyip korktuğumuz başımıza gelebilir ve çocuğu ameliyat etmek zorunda kalabiliriz. Ancak biz ameliyatta omurgasına vidalar, çubuklar yerleştirmek gibi tehlikeli bir yöntem yerine, yani sivrisinekleri öldürmek yerine; bataklığı kurutmayı, yani hastanın göğüs duvarındaki yapısal bozukluğu düzeltme yöntemini tercih edeceğiz. Üstelik bunu endoskopik denebilecek bir yöntemle yani çok küçük birkaç cilt kesisi ile ve sadece kaburgalar arasına açacak ve geçici olarak konulacak bir cihazla yapacağız. Dahası da var, daha önce başkaları tarafından hastaya önerilen ameliyattaki gibi, düzeltmeyi bir anda yapıp hastayı ekstra bir tehlikeye atmayacağız, bu düzeltmeyi adım adım- yavaş yavaş yapacağız.

Diyeceğim şu ki, artık karmaşık omurga ameliyatlarını yapabilen pek çok cerrah var ülkemizde ama önemli olan tehlikeli bir ameliyatı yapabilmek değil; bu ameliyatı yapıp yapmamaya karar vermek ve eğer yapılacaksa hasta için hangi yöntemin uygun olduğuna karar vermek. Tabii ki bunun için de değişik yöntemlerin tümüne hakim olmak gerek. Uzun sözün kısası; bu tip ameliyatları Beyin cerrahları- Ortopedistler- Göğüs cerrahları, ve Pediatrik Nörologların olduğu ve daha da önemlisi, bu uzmanların işbirliği içinde çalışabildiği merkezlerde yaptırmanız. Meşhur sözü hiç unutmayın: “Elinde alet olarak sadece çekiç bulunana bir süre sonra her şey çivi gibi gözükmeye başlar.” Gözünüzden bile sakındığınız inci tanelerinin tuzla buz haline getirilmesine izin vermeyin…

17 Mayıs 2015 Pazar

Geçen gün hastanede beni çok üzen bir olay yaşadık. Nörologlar bize 21 yaşında yabancı uyruklu bir kızı danıştılar. Nedeni belirsiz bir şekilde beyni besleyen ana damarlarından biri tıkanmış. 5 gün önce koma halinde hastaneye getirilmiş, bizim Nörologlar da yoğun bakıma yatırıp ilaç tedavisi altına almışlar. Ancak ilaçlarla beyindeki şişmenin önünü alamayınca sonunda bize danıştılar, acaba bir yardımımız olabilir mi diye. Biz de Beyin cerrahi ekibi olarak hastayı hemen ameliyata alıp, kafatası kemiklerinin neredeyse yarısını çıkarıp beyne genişleyebileceği yer açtık.  Ancak pek te işe yaramadı ve 2 gün içinde hastamızı kaybettik.  Tabii geceleri uykum kaçıyor, acaba biz bu gencecik kızı 5 gün gecikmeyle değil de hastaneye ilk geldiğinde ameliyat edebilseydik şimdi yaşıyor olmasını sağlayabilir miydik diye? Tabii ki tanrının son kararı herkes gibi bizi de bağlıyor ama yine de üzülmemek elde değil. Aman sizlerin de sevdiğiniz bir yakınınız aniden bayılır ve koma halinde hastaneye kaldırılır ve de hastanızı acil serviste gören Nörologlar, yoğun bakıma yatırıp tedavi edeceğiz derlerse anlattıklarımı lütfen hatırlayın. Doktorlardan hastanızı hemen ama hemen bir Beyin Cerrah’ına göstermelerini isteyin. Bu konuda çok ısrarcı olun çünkü Nörologların aklına bu seçenek gelinceye kadar, hastanızın kurtarılabilmesi için çok önemli olan ilk saatler kaçırılıyor olabilir…   

10 Nisan 2015 Cuma

Bir hocam, en önemli olan şeyin insanın duruşu olduğunu söylerdi. İnsan yaşamı son yüz yılda neredeyse iki katına çıktı; güzel bir şey uzun yaşamak, ama tabii insanca yaşanacaksa... İnsanın başını dik tutmasını sağlayan organı da omurgası tabii ki. 
Yılların yorgunluğu omuzlarımıza çöktükçe, sırtımızın kamburlaşması, belimizin bükülmesi kaçınılmaz bir kader. Tabii ki yaşlanacağız, ama ihtiyarlamayacağız. Başımız dik, gözlerimiz ilerde, kırmızı boyun atkımız rüzgarda yürüyeceğeyiz... Peki ama bu yürüyüşte yanı başımızda kimler olmalı? Tabii ki doktorlar, özellikle de omurga cerrahları. Hep aynı tahta masanın başından size Belinizin kemikleri birbirine girmiş, sizin için tıbbın yapabileceği bir şey yok! diyenler, Bazı ameliyatlar yapılabilir ama bunlar çok riskli diyenler çıkacaktır... Boş verin onları.

Unutmayın ki el elden üstündür. Tabii ki sizin omurganızı eski haline getirebilecek, başınızı tekrar dik tutmanızı sağlayabilecek bir cerrah orada bir yerde sizi bekliyordur... Ayrıca her riski sıfırlayabilmenin de çeşitli yolları var. Kuyruklu yıldızlara gemi indiren çağdaş teknoloji sizin riskinizi mi halledemeyecek... Yeter ki doğru insanlara ulaşabilin...

29 Mart 2015 Pazar

Bu üç unsuru bir araya getirebilmek ne kadar hoş olurdu değil mi? Ama unutmamak gerekir ki ilk ikisini bir araya getirebilmek bile yüzyıllar sürdü...
Henüz çok az tıp dalında yüzde yüz başarıdan söz edilebiliyor, iyi biliyoruz. Bunun ise ne kadar güçlü bir bilgi birikimi, deneyim ve kurumsallaşma gerektirdiğini tahmin etmek hiç te zor değil.
Riski sıfırlayabilmek ise teşhisten tedaviye giden tüm süreçte kullanılan yüksek teknolojiye bağlı. Beyin, sinir ve omurilik cerrahisi de teknolojideki en son gelişmelerin günü gününe devreye girdiği bir dal. Bu sayede hastalarımız için riski sıfıra kadar indirebiliyoruz...
Yüksek teknolojinin, özellikle de teknolojiyi ülkemizde geliştirmiyorsak,  yüksek bir bedeli olması da kaçınılmaz tabii ki. Tüm vatandaşlarına en ileri teknolojiyi ücretsiz sunmak ne yazık ki dünyadaki hiç bir devletin harcı değil.
Bu durumda hastaya ve cerraha düşen, yukarıdaki başlıkta sözü edilen şeytan üçgeni içinde en uygun noktayı el birliği ile bulmak, ki bunun da kolay bir iş olduğu söylenemez...

23 Mart 2015 Pazartesi

Çocuklarla yıllarca uğraştıktan sonra son zamanlarda artık farkına varıyorum da, giderek hastalarımın daha büyük çoğunluğunu yaşlılar oluşturuyor. Eee tabii bilimsel ve ekonomik gelişmelerin insan yaşamını ülkemizde de uzattığı artık çok iyi bilinen bir tablo...
Aslında Türk Geriatri Derneğini kuralı beri hep düşünür dururum, Pediatrik Nöroşirurji var da niye Geriatrik Nöroşirurji yok diye... Hadi şuna Nöroşirurji deyip durmayalım da, Beyin Sinir ve Omurga Cerrahisi diyelim ki daha anlaşılır olsun. Tabii ki ülkemizde geriatri uzmanı sayısı henüz iki elin parmaklarını geçmiyor iken, nereden çıktı bu Geriatrik Nöroşirurji diyebilirsiniz...

Nüfusumuzun büyük çoğunluğunu çocukların oluşturduğu yıllarda, üstelik te yetersiz koşullarda çocuklara en iyi sağlık hizmetini verebilmek için elimizden geleni yapmış ve Türk Pediatrik Nöroşirürjisini dünyada ilk sıralara çıkarmıştık; artık gelişen koşullarda yaşlılarımıza da en iyi hizmeti verme zamanı geldi de geçiyor bile...

18 Mart 2015 Çarşamba

Burada sözünü edeceğim, yaz aylarının sütlü ve meyveli keyfi değil... Omurgada yapılan dondurma ameliyatları, tıbbi adıyla “füzyon” ameliyatları. Aslında insan vücudundaki en hareketli organımız olan omurganın bu hareketliliği yaşlanmaya veya kötü kullanılmaya bağlı olarak azaldığında, ağrılı günler başlıyor. Alternatif tıp uygulamaları ve fizik tedavi şanslarını da kullanıp bir fayda bulamadıktan sonra ise yolumuz cerrahlara düşüyor. Onlar da ağrımızı dindirmek için omurgamızın ağrı yapan kısmını tamamen hareketsiz hale getiriyor, yani füzyon ameliyatları yapıyorlar.
Ancak unutmamak gerekir ki, bu hastalıklar/ ağrılar binlerce yıldır var ama cerrahlar dünya sahnesinde ortaya çıkalı daha yüz yıl bile olmadı... Evrensel bilgeliğin tezahür ettiği en mükemmel tablolardan biri olan insan vücudu tabii ki bu ağrıları çaresiz bırakmıyordu. Hep duyduğumuz, çok bilinen ismiyle omurga kireçlenmesi denen dur um işte tam da bu noktada karşımıza çıkıyor. Omurga tabiri caizse kireç bağlayarak hareketliliğini azaltmaya çalışıyor... Cerrahların ise yüzyıldır yapmaya çalıştığı şey, işte bu kireçlenmenin bir taklidinden ibaret. Oysa uzayı fethetmeye kalkışan insan aklının bulabildiği çare bundan, basit bir taklitten ibaret olmasa gerek....
Tabii ki artık mükemmel bir çözüm var: “Hareket Koruyucu Omurga Cerrahisi”... Bu yeni teknik, daha doğrusu teknikler sayesinde hem omurga kaynaklı ağrıları dindirmek, hem de omurganın hareketliliğini korumak artık mümkün. Yani ağrılar yüzünden yapamadığınız sporlardan, ameliyat olup ta ağrılarınız geçtiğinde bu sefer belinizdeki/boynunuzdaki katılık yüzünden mahrum kalmayacaksınız. Teknik olarak biraz daha zor, yani öyle karşınıza çıkan her cerrahın yapabileceği ameliyatlar değiller; üstelik biraz daha masraflılar ama sonuçta her şey sağlık için değil mi...

12 Mart 2015 Perşembe

Boyun fıtığı hastalarının bazılarının tedavisinde kullanılabilen diğer bir yöntem ise; hastanın anestezi almasına gerek kalmadan, yani hasta uyanıkken boynuna batırılan ince bir iğne aracılığı ile tedavi edildiği “Nucleoplasty”, “Intradiscal Electrotherapy”, “Laser discectomy” gibi adlarla anılan tekniklerdir. Bu teknikler çağdaş ameliyathanelerde röntgen kontrolü (floroskopi) altında gerçekleştirilebilmektedir. Söz konusu iğnenin içinden geçirilen yüksek teknoloji ürünü elektrotlar aracılığı ile uygulanan enerji formları omurlar arasında yer alan ve boyun fıtığına yol açan dokuda küçülme yaratarak hastayı rahatlatmaktadır.
devamı : http://www.semihkeskil.com/Boyun_Agrisi/Boyunda_Lazer_Ameliyati.html