27 Eylül 2016 Salı





Baş ağrısı aslında benim öncelikli olarak uğraştığım bir konu değil. Ama en iyi doktoru bulma peşinde olan insanların yolu bana da düşüyor tabii. Bu konuda vermek istediğim iki mesaj var:
1: Her baş ağrısını her nöroloji uzmanı tedavi edebilir, yeter ki ona altı aylık bir şans tanıyın. Yani baş ağrısının artık standart hale gelmiş bir tedavi planı olduğu ve bu tedavi basamak basamak ilerlediği için, hep aynı doktora onun çağırdığı aralarla giderseniz, baş ağrınız gerekecektir. Üstelik gittiğiniz doktorun çok ünlü, tecrübeli birisi olması da gerekmez.

2: Eğer “Daha önce başım hiç böyle ağrımamıştı!” diyorsanız veya “Başım ağrıyınca kusuyorum, bayılıyorum” diyorsanız, işte o zaman eyvah. O gibi durumlarda bana, yani bir beyin cerrahına başvurmanız gerekir.

23 Eylül 2016 Cuma







  Bel ağrısı, bel fıtığının ilk işareti. Aslında her iki kişiden biri, ömrü boyunca en az bir kere bel ağrısı çekecektir. Bel ağrısı dünyadaki en sık ikinci ağrı nedenidir. Söz konusu bu ağrı akut olabilir, yani birden bire tüm şiddetiyle başlayabilir; ya da kronik olabilir, yani tekrarlayan bir şekilde görülebilir. Aslında her yirmi bel ağrısından sadece biri akut olarak başlar, yani bir çeşit burkulma, incinme gibidir.


Ağrı aslında bizim düşmanımız değil, dostumuz. Bize bir şeylerin yanlış gitmekte olduğunu hatırlatıyor. Bu yüzden de ağrı kesicileri gereğinden fazla kullanmamak gerek, adı üstünde; bunlar belimizi iyileştirmiyor, sadece ağrıyı kesiyor yani çalmakta olan alarmı susturuyorlar. Belinizdeki tutulmaların şiddeti, süresi ve sıklığı artıyorsa ve de ağrı tek bir bacağınıza inmeye başladıysa, hemen kalıcı bir çözüm bulmak zorundasınız. Artık hemen bir diyetisyenin yolunu mu tutarsınız, yoksa bir spor salonuna mı üye olursunuz, yoksa bir doktor mu aramaya başlarsınız bilemem.

19 Eylül 2016 Pazartesi



Bel fıtığının oluşmasında hem çağdaş ve hem de ilkel nedenler bir aradadır. Çağdaş bir neden olarak, modern yaşam tarzının gerektirdiği çalışma koşulları; yani mesela bilgisayar veya direksiyon başında oturarak çalışmamız ve hatta oturarak yaşamamız  suçlanabilir. Bu tip bir egzersiz yokluğu sonucunda ortaya çıkan kilo sorunu ise bel fıtığının üzerine tuz biber oluyor. İlkel neden olarak ise tüm bilimsel gelişmelere karşın hala yüzyıllar önce tasarlanmış şekillerde oturuyor, yatıyor ve hatta çalışıyor olmamız suçlanabilir. Bu nedenle karşı karşıya kaldığımız asimetrik yüklenmeler çok tehlikeli.
Bel fıtığı aslında ekonomik bir hastalık, yani genç insanlarda ortaya çıkması ile onların aktif yaşamına engel oluyor. Unutmamak gerekir ki belimiz daha yirmi yaşından itibaren yaşlanmaya başlıyor, çünkü bel insan vücudundaki en hareketli yer. İşte gençliğimizde pervasızca yaptığımız yanlışlarla dolan bardak, şanssız bir günümüzde kimi zaman bir ağır kaldırma ile ya da ters bir hareket ile taşıyor. Bu nedenle zamanında önlem almak çok önemli. Tabii ki sigara da belimize zarar veren en önemli faktör.


9 Eylül 2016 Cuma




İnsanın kas ve kemik sistemindeki tüm hastalıkların üçte birinin mesleki nedenlere bağlı olduğunu biliyoruz. Üstelik bu tip istatistiklerin hemen daima gelişmiş ülkelerden kaynaklandığını da unutmayın. Bizimki gibi bir ülkedeki işyerlerinin halini, hepiniz benden çok daha iyi biliyorsunuz. Zaten pek çok işte, işin kaçınılamaz bir parçası olarak vücudunuz aşırı zorlanıyor.

Kas ve kemik sistemindeki hastalıkların en önemli parçasını ise bel ve boyun fıtıkları oluşturuyor. Demek ki bel ve boynunuzdaki, sırtınızdaki yakınmalarınız da mesleğinize bağlı olabilir, hem de büyük bir ihtimalle. Günün en büyük bölümünü geçirdiğiniz iş yerinizdeki sandalyenizin, çalışma masasının/tezgahının veya ekranının yüksekliği mutlaka  vücudunuza ve yaptığınız işe göre ayarlanmalı.


Baş vurduğunuz doktor size ağrınıza yönelik ilaçlar veriyor, yakınmalarınız geçiyor. Güzel. Daha iyi bir doktor kilonuza yönelik bir takım önerilerde bulunuyor, hatta size daha çok vakit ayırıp yapmanız gereken egzersizlere dair bilgi veriyor. Çok güzel. Ama bence artık doktorunuz iş yerinizi nasıl planlamanız gerektiğini de size anlatmalı.

Yani nasıl bir sandalye arkalığı, oturduğunuz yerin eğimi, ayaklarınız yerde mi olacak, masanızın yüksekliği nasıl olmalı, ayakta çalışıyorsanız ayaklarınız nasıl durmalı, iş tezgahının yüksekliği ne olmalı, bilgisayar ekranı hangi yükseklikte durmalı, dizüstü bilgisayar dizinizin üstünde mi olmalı, bunlar hep cevaplanması gereken sorulara örnekler...


1 Temmuz 2015 Çarşamba

Bu anlatacağım kulağınıza küpe olsun. Bu uyarı tüm tıp dallarını ilgilendiren tüm hastalıklarınız için de geçerli. Bir çocukluk arkadaşıma özel bir hastanede, endoskopik ve ateş pahasına mal olacak bir ameliyat önermişler. Tabii bunun acil olduğunu ve hemen yarın yapılması gerektiğini de eklemişler. Bana telefonla ulaşabildiği için ne yapması gerektiğini sordu. Ben de ona bu konunun benim uzmanlık alanıma girmediğini söyledim. Nasıl olsa ki 2. bir görüş almak isteyeceğini, ama bu görüşü alırken tercihini o şehirdeki devlet ihtisas hastanesi veya üniversite hastanesi lehine kullanmasını öğütledim. “Böyle yüksek teknolojili bir ameliyatı sizin hastanenizde olsam, SGK (Sosyal Güvenlik kurumu) bunun ücretini karşılıyor mu?” diye mutlaka sorması gerektiğini de ekledim. Beni üzgün bir sesle arayıp, SGK’nın ödeme yapmadığını ve istenen parayı da bulamadığını; bu yüzden de maalesef gidip üniversitede önerilen ucuz ameliyatı olacağını söyleyince içim acıdı. Arkadaşım olmasa bu yorumu yapar mıydım şimdi bilemiyorum aslında. Ama ona SGK’nın ödeyeceği ameliyatlara, ülkenin saygın cerrahi meslek kuruluşlarının, o mesleğin en üst seviyelerindeki en tecrübeli uzmanlarınca oluşturulan komisyonlarına danışarak karar verdiğini, yani haklı olduğunu söyledim. “Demek ki sana  önerilen ameliyat; cerrahların ulusal meslek kuruluşlarınca oluşturulan uzmanlar heyetlerince henüz kabul görmemiş, deyim yerindeyse henüz deneysel evrede olan bir ameliyatmış!” dedim. Özel hastanedeki doktorlara saygısızlık etmiş olabilirim ama 50 yıllık arkadaşıma kıyamadım. Siz siz olun, böyle bir durumda 2. görüşü büyük şehirlerdeki devlet ihtisas hastanelerinden veya artık hemen her şehirde bulunan üniversite hastanelerinden alın. Soracağınız anahtar soru şu olsun: “ Bana önerilen ve ileri teknolojiler kullanılarak uygulandığı için pahalı olduğu söylenen bu bir ameliyatı sizin hastanenizde olsam, SGK (Sosyal Güvenlik kurumu) bunun ücretini karşılar mı?”…

8 Haziran 2015 Pazartesi

Bu cümleyi duyduğunuzda zaten çaresizlikten kan beyninize sıçrayacak ama aslında korkudan saçlarınız diken diken olmalı…
Tabii böyle bir cümle bu ameliyat Ankara’da yapılamıyor, Türkiye’de yapılamıyor şeklinde de kulağınıza gelebilir. Bu tip sözleri ulusal veya uluslar arası arenadan söz sahibi, saygın bir akademisyenden duyduysanız amenna, ama durum böyle değilse, ikinci- üçüncü hatta sekizinci bir görüş alsanız iyi edersiniz.  Çünkü son zamanlarda gördüğüm o ki; yetenekleri hırslarına dar gelen pek çok meslektaşım, belki de bir ego şişmesinin kurbanı olduklarından, “Ben bu tip hastalarda kesin bir çözüme götüren tedavileri uygulama becerisine sahip değilim, ama hastanızı bilmem kime göstermenizi tavsiye edebilirim.” gibi bir cümleyi bir türlü kuramıyorlar.
Malum şahsiyetin bile hemen her konuda uzman kesildiği göz önüne alındığında, hiçbir meslektaşımı da çok suçlamak istemiyorum ama “BİLMİYORUM” diyebilmek bir meziyettir ve bu kelimeyi kullananın bilgisinin çokluğunun ve özgüveninin en iyi göstergesidir.

Zaten yeterli hayat tecrübesine hepiniz sahipsiniz, hiçbirinizden daha akılı da değilim ama 30 küsur yıllık mesleki deneyimlerine dayanarak diyeceğim şu ki; eğer bir doktor çok yüksek bir perdeden konuşuyorsa, konuşmasında çok fazla “ben” sözcüğü kullanıyorsa, kesin ve genelleyici ifadeleri tercih ediyorsa ve daha da ayıbı kendini övüyorsa;  oradan hemen toz olun…

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Son gördüğüm skolyoz hastası, sinirlerini ve kaslarını harabeden bir illet nedeni ile tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş 7 yaşında cin gibi dünyalar güzeli bir çocuktu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, sırtındaki eğrilik nedeni ile tam olarak dik de oturamıyordu. Daha önce hastaya, omurgalarına vidalar koymak yolu ile omurgasının düzeltilebileceği söylenmiş, ailesi de böyle büyük ve riskli bir ameliyatı yaptırmak istememiş. Son alarak ta bizim görüşümüzü almak için gelmişler.
Hastayı detaylı değerlendirdiğimde, omurgadaki eğriliğin aslında göğüs duvarındaki, yani kaburgalardaki bir gelişim bozukluğundan kaynaklandığını fark ettim. Bu tip hastalarda solunum sıkıntısı da görülebildiği için yaptırdığım solunum fonksiyon testlerinde çocuğun durumunun o kadar da kötü olmadığını gördük. Henüz omurgasındaki eğriliğin tehlikeli kabul ettiğimiz sınırın altında olmasını ve yaşını da göz önüne alarak, bir süre daha takip etmeye karar verdik. Zaten ben şahsen bu tip ameliyatların sadece kozmetik amaçla yapma konusunda hep gönülsüz oldum, ağırdan aldım.
Bu tip ekstra problemleri olan skolyoz hastalarında korse tedavisi de kullanılamadığı için, sırtındaki eğrilik ilerleyip korktuğumuz başımıza gelebilir ve çocuğu ameliyat etmek zorunda kalabiliriz. Ancak biz ameliyatta omurgasına vidalar, çubuklar yerleştirmek gibi tehlikeli bir yöntem yerine, yani sivrisinekleri öldürmek yerine; bataklığı kurutmayı, yani hastanın göğüs duvarındaki yapısal bozukluğu düzeltme yöntemini tercih edeceğiz. Üstelik bunu endoskopik denebilecek bir yöntemle yani çok küçük birkaç cilt kesisi ile ve sadece kaburgalar arasına açacak ve geçici olarak konulacak bir cihazla yapacağız. Dahası da var, daha önce başkaları tarafından hastaya önerilen ameliyattaki gibi, düzeltmeyi bir anda yapıp hastayı ekstra bir tehlikeye atmayacağız, bu düzeltmeyi adım adım- yavaş yavaş yapacağız.

Diyeceğim şu ki, artık karmaşık omurga ameliyatlarını yapabilen pek çok cerrah var ülkemizde ama önemli olan tehlikeli bir ameliyatı yapabilmek değil; bu ameliyatı yapıp yapmamaya karar vermek ve eğer yapılacaksa hasta için hangi yöntemin uygun olduğuna karar vermek. Tabii ki bunun için de değişik yöntemlerin tümüne hakim olmak gerek. Uzun sözün kısası; bu tip ameliyatları Beyin cerrahları- Ortopedistler- Göğüs cerrahları, ve Pediatrik Nörologların olduğu ve daha da önemlisi, bu uzmanların işbirliği içinde çalışabildiği merkezlerde yaptırmanız. Meşhur sözü hiç unutmayın: “Elinde alet olarak sadece çekiç bulunana bir süre sonra her şey çivi gibi gözükmeye başlar.” Gözünüzden bile sakındığınız inci tanelerinin tuzla buz haline getirilmesine izin vermeyin…

17 Mayıs 2015 Pazar

Geçen gün hastanede beni çok üzen bir olay yaşadık. Nörologlar bize 21 yaşında yabancı uyruklu bir kızı danıştılar. Nedeni belirsiz bir şekilde beyni besleyen ana damarlarından biri tıkanmış. 5 gün önce koma halinde hastaneye getirilmiş, bizim Nörologlar da yoğun bakıma yatırıp ilaç tedavisi altına almışlar. Ancak ilaçlarla beyindeki şişmenin önünü alamayınca sonunda bize danıştılar, acaba bir yardımımız olabilir mi diye. Biz de Beyin cerrahi ekibi olarak hastayı hemen ameliyata alıp, kafatası kemiklerinin neredeyse yarısını çıkarıp beyne genişleyebileceği yer açtık.  Ancak pek te işe yaramadı ve 2 gün içinde hastamızı kaybettik.  Tabii geceleri uykum kaçıyor, acaba biz bu gencecik kızı 5 gün gecikmeyle değil de hastaneye ilk geldiğinde ameliyat edebilseydik şimdi yaşıyor olmasını sağlayabilir miydik diye? Tabii ki tanrının son kararı herkes gibi bizi de bağlıyor ama yine de üzülmemek elde değil. Aman sizlerin de sevdiğiniz bir yakınınız aniden bayılır ve koma halinde hastaneye kaldırılır ve de hastanızı acil serviste gören Nörologlar, yoğun bakıma yatırıp tedavi edeceğiz derlerse anlattıklarımı lütfen hatırlayın. Doktorlardan hastanızı hemen ama hemen bir Beyin Cerrah’ına göstermelerini isteyin. Bu konuda çok ısrarcı olun çünkü Nörologların aklına bu seçenek gelinceye kadar, hastanızın kurtarılabilmesi için çok önemli olan ilk saatler kaçırılıyor olabilir…