Bu anlatacağım kulağınıza küpe olsun. Bu uyarı tüm
tıp dallarını ilgilendiren tüm hastalıklarınız için de geçerli. Bir çocukluk
arkadaşıma özel bir hastanede, endoskopik
ve ateş pahasına mal olacak bir
ameliyat önermişler. Tabii bunun acil
olduğunu ve hemen yarın yapılması gerektiğini de eklemişler. Bana telefonla
ulaşabildiği için ne yapması gerektiğini sordu. Ben de ona bu konunun benim
uzmanlık alanıma girmediğini söyledim. Nasıl olsa ki 2. bir görüş almak
isteyeceğini, ama bu görüşü alırken tercihini o şehirdeki devlet ihtisas
hastanesi veya üniversite hastanesi lehine kullanmasını öğütledim. “Böyle
yüksek teknolojili bir ameliyatı sizin hastanenizde olsam, SGK (Sosyal Güvenlik kurumu) bunun ücretini karşılıyor mu?” diye
mutlaka sorması gerektiğini de ekledim. Beni üzgün bir sesle arayıp, SGK’nın
ödeme yapmadığını ve istenen parayı da bulamadığını; bu yüzden de maalesef
gidip üniversitede önerilen ucuz ameliyatı olacağını söyleyince içim acıdı.
Arkadaşım olmasa bu yorumu yapar mıydım şimdi bilemiyorum aslında. Ama ona
SGK’nın ödeyeceği ameliyatlara, ülkenin saygın cerrahi meslek kuruluşlarının, o
mesleğin en üst seviyelerindeki en
tecrübeli uzmanlarınca oluşturulan komisyonlarına danışarak karar
verdiğini, yani haklı olduğunu söyledim. “Demek ki sana önerilen ameliyat; cerrahların ulusal meslek
kuruluşlarınca oluşturulan uzmanlar heyetlerince henüz kabul görmemiş, deyim
yerindeyse henüz deneysel evrede
olan bir ameliyatmış!” dedim. Özel hastanedeki doktorlara saygısızlık etmiş
olabilirim ama 50 yıllık arkadaşıma kıyamadım. Siz siz olun, böyle bir durumda
2. görüşü büyük şehirlerdeki devlet ihtisas hastanelerinden veya artık hemen
her şehirde bulunan üniversite hastanelerinden alın. Soracağınız anahtar soru
şu olsun: “ Bana önerilen ve ileri teknolojiler kullanılarak uygulandığı için
pahalı olduğu söylenen bu bir ameliyatı sizin hastanenizde olsam, SGK (Sosyal
Güvenlik kurumu) bunun ücretini karşılar mı?”…
1 Temmuz 2015 Çarşamba
8 Haziran 2015 Pazartesi
20:36 by Prof. Dr. Semih Keskil1 comment
Bu cümleyi duyduğunuzda zaten çaresizlikten kan beyninize
sıçrayacak ama aslında korkudan saçlarınız diken diken olmalı…
Tabii böyle bir cümle bu ameliyat Ankara’da yapılamıyor,
Türkiye’de yapılamıyor şeklinde de kulağınıza gelebilir. Bu tip sözleri ulusal
veya uluslar arası arenadan söz sahibi, saygın bir akademisyenden duyduysanız
amenna, ama durum böyle değilse, ikinci- üçüncü hatta sekizinci bir görüş
alsanız iyi edersiniz. Çünkü son
zamanlarda gördüğüm o ki; yetenekleri hırslarına dar gelen pek çok meslektaşım,
belki de bir ego şişmesinin kurbanı olduklarından, “Ben bu tip hastalarda kesin
bir çözüme götüren tedavileri uygulama becerisine sahip değilim, ama hastanızı
bilmem kime göstermenizi tavsiye edebilirim.” gibi bir cümleyi bir türlü
kuramıyorlar.
Malum şahsiyetin bile hemen her konuda uzman kesildiği göz
önüne alındığında, hiçbir meslektaşımı da çok suçlamak istemiyorum ama
“BİLMİYORUM” diyebilmek bir meziyettir ve bu kelimeyi kullananın bilgisinin
çokluğunun ve özgüveninin en iyi göstergesidir.
Zaten yeterli hayat tecrübesine hepiniz sahipsiniz,
hiçbirinizden daha akılı da değilim ama 30 küsur yıllık mesleki deneyimlerine
dayanarak diyeceğim şu ki; eğer bir doktor çok yüksek bir perdeden konuşuyorsa,
konuşmasında çok fazla “ben” sözcüğü kullanıyorsa, kesin ve genelleyici
ifadeleri tercih ediyorsa ve daha da ayıbı kendini övüyorsa; oradan hemen toz olun…
25 Mayıs 2015 Pazartesi
12:01 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Son gördüğüm
skolyoz hastası, sinirlerini ve kaslarını harabeden bir illet nedeni ile
tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş 7 yaşında cin gibi dünyalar güzeli bir
çocuktu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, sırtındaki eğrilik nedeni ile tam olarak
dik de oturamıyordu. Daha önce hastaya, omurgalarına vidalar koymak yolu ile
omurgasının düzeltilebileceği söylenmiş, ailesi de böyle büyük ve riskli bir
ameliyatı yaptırmak istememiş. Son alarak ta bizim görüşümüzü almak için
gelmişler.
Hastayı
detaylı değerlendirdiğimde, omurgadaki eğriliğin aslında göğüs duvarındaki,
yani kaburgalardaki bir gelişim bozukluğundan kaynaklandığını fark ettim. Bu
tip hastalarda solunum sıkıntısı da görülebildiği için yaptırdığım solunum
fonksiyon testlerinde çocuğun durumunun o kadar da kötü olmadığını gördük.
Henüz omurgasındaki eğriliğin tehlikeli kabul ettiğimiz sınırın altında
olmasını ve yaşını da göz önüne alarak, bir süre daha takip etmeye karar
verdik. Zaten ben şahsen bu tip ameliyatların sadece kozmetik amaçla yapma
konusunda hep gönülsüz oldum, ağırdan aldım.
Bu tip
ekstra problemleri olan skolyoz hastalarında korse tedavisi de kullanılamadığı
için, sırtındaki eğrilik ilerleyip korktuğumuz başımıza gelebilir ve çocuğu
ameliyat etmek zorunda kalabiliriz. Ancak biz ameliyatta omurgasına vidalar,
çubuklar yerleştirmek gibi tehlikeli bir yöntem yerine, yani sivrisinekleri
öldürmek yerine; bataklığı kurutmayı, yani hastanın göğüs duvarındaki yapısal
bozukluğu düzeltme yöntemini tercih edeceğiz. Üstelik bunu endoskopik
denebilecek bir yöntemle yani çok küçük birkaç cilt kesisi ile ve sadece
kaburgalar arasına açacak ve geçici olarak konulacak bir cihazla yapacağız.
Dahası da var, daha önce başkaları tarafından hastaya önerilen ameliyattaki
gibi, düzeltmeyi bir anda yapıp hastayı ekstra bir tehlikeye atmayacağız, bu
düzeltmeyi adım adım- yavaş yavaş yapacağız.
Diyeceğim şu
ki, artık karmaşık omurga ameliyatlarını yapabilen pek çok cerrah var ülkemizde
ama önemli olan tehlikeli bir ameliyatı yapabilmek değil; bu ameliyatı yapıp
yapmamaya karar vermek ve eğer yapılacaksa hasta için hangi yöntemin uygun
olduğuna karar vermek. Tabii ki bunun için de değişik yöntemlerin tümüne hakim
olmak gerek. Uzun sözün kısası; bu tip ameliyatları Beyin cerrahları-
Ortopedistler- Göğüs cerrahları, ve Pediatrik Nörologların olduğu ve daha da
önemlisi, bu uzmanların işbirliği içinde çalışabildiği merkezlerde yaptırmanız.
Meşhur sözü hiç unutmayın: “Elinde alet olarak sadece çekiç bulunana bir süre
sonra her şey çivi gibi gözükmeye başlar.” Gözünüzden bile sakındığınız inci
tanelerinin tuzla buz haline getirilmesine izin vermeyin…
17 Mayıs 2015 Pazar
21:36 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Geçen
gün hastanede beni çok üzen bir olay yaşadık. Nörologlar bize 21 yaşında
yabancı uyruklu bir kızı danıştılar. Nedeni belirsiz bir şekilde beyni besleyen
ana damarlarından biri tıkanmış. 5 gün önce koma halinde hastaneye getirilmiş,
bizim Nörologlar da yoğun bakıma yatırıp ilaç tedavisi altına almışlar. Ancak ilaçlarla
beyindeki şişmenin önünü alamayınca sonunda bize danıştılar, acaba bir
yardımımız olabilir mi diye. Biz de Beyin cerrahi ekibi olarak hastayı hemen
ameliyata alıp, kafatası kemiklerinin neredeyse yarısını çıkarıp beyne
genişleyebileceği yer açtık. Ancak pek
te işe yaramadı ve 2 gün içinde hastamızı kaybettik. Tabii geceleri uykum kaçıyor, acaba biz bu gencecik
kızı 5 gün gecikmeyle değil de hastaneye ilk geldiğinde ameliyat edebilseydik şimdi
yaşıyor olmasını sağlayabilir miydik diye? Tabii ki tanrının son kararı herkes
gibi bizi de bağlıyor ama yine de üzülmemek elde değil. Aman sizlerin de sevdiğiniz
bir yakınınız aniden bayılır ve koma halinde hastaneye kaldırılır ve de
hastanızı acil serviste gören Nörologlar, yoğun bakıma yatırıp tedavi edeceğiz
derlerse anlattıklarımı lütfen hatırlayın. Doktorlardan hastanızı hemen ama hemen bir Beyin Cerrah’ına
göstermelerini isteyin. Bu konuda çok
ısrarcı olun çünkü Nörologların
aklına bu seçenek gelinceye kadar, hastanızın kurtarılabilmesi için çok
önemli olan ilk saatler kaçırılıyor olabilir…
10 Nisan 2015 Cuma
13:16 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Bir hocam, en önemli olan şeyin insanın duruşu olduğunu
söylerdi. İnsan yaşamı son yüz yılda neredeyse iki katına çıktı; güzel bir şey
uzun yaşamak, ama tabii insanca yaşanacaksa... İnsanın başını dik tutmasını
sağlayan organı da omurgası tabii ki.
Yılların yorgunluğu omuzlarımıza çöktükçe, sırtımızın
kamburlaşması, belimizin bükülmesi kaçınılmaz bir kader. Tabii ki yaşlanacağız,
ama ihtiyarlamayacağız. Başımız dik, gözlerimiz ilerde, kırmızı boyun atkımız
rüzgarda yürüyeceğeyiz... Peki ama bu yürüyüşte yanı başımızda kimler olmalı? Tabii
ki doktorlar, özellikle de omurga cerrahları. Hep aynı tahta masanın başından
size “Belinizin kemikleri birbirine
girmiş, sizin için tıbbın yapabileceği bir şey yok!” diyenler, “Bazı
ameliyatlar yapılabilir ama bunlar çok riskli ” diyenler çıkacaktır... Boş verin onları.
Unutmayın ki el elden üstündür. Tabii ki sizin omurganızı
eski haline getirebilecek, başınızı tekrar dik tutmanızı sağlayabilecek bir
cerrah orada bir yerde sizi bekliyordur... Ayrıca her
riski sıfırlayabilmenin de çeşitli yolları var. Kuyruklu yıldızlara gemi
indiren çağdaş teknoloji sizin riskinizi mi halledemeyecek... Yeter ki doğru
insanlara ulaşabilin...
29 Mart 2015 Pazar
20:44 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Bu üç unsuru bir araya getirebilmek ne kadar hoş olurdu değil mi? Ama
unutmamak gerekir ki ilk ikisini bir araya getirebilmek bile yüzyıllar sürdü...
Henüz çok az tıp dalında yüzde yüz başarıdan söz edilebiliyor,
iyi biliyoruz. Bunun ise ne kadar güçlü bir bilgi birikimi, deneyim ve
kurumsallaşma gerektirdiğini tahmin etmek hiç te zor değil.
Riski sıfırlayabilmek ise teşhisten tedaviye giden
tüm süreçte kullanılan yüksek teknolojiye bağlı. Beyin, sinir ve omurilik
cerrahisi de teknolojideki en son gelişmelerin günü gününe devreye girdiği bir
dal. Bu sayede hastalarımız için riski sıfıra kadar indirebiliyoruz...
Yüksek teknolojinin, özellikle de teknolojiyi
ülkemizde geliştirmiyorsak, yüksek bir
bedeli olması da kaçınılmaz tabii ki. Tüm vatandaşlarına en ileri teknolojiyi
ücretsiz sunmak ne yazık ki dünyadaki hiç bir devletin harcı değil.
Bu durumda hastaya ve cerraha düşen, yukarıdaki
başlıkta sözü edilen şeytan üçgeni içinde en uygun noktayı el birliği ile bulmak,
ki bunun da kolay bir iş olduğu söylenemez...
23 Mart 2015 Pazartesi
11:21 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Çocuklarla yıllarca uğraştıktan sonra son zamanlarda
artık farkına varıyorum da, giderek hastalarımın daha büyük çoğunluğunu
yaşlılar oluşturuyor. Eee tabii bilimsel ve ekonomik gelişmelerin insan
yaşamını ülkemizde de uzattığı artık çok iyi bilinen bir tablo...
Aslında Türk Geriatri Derneğini kuralı beri hep düşünür
dururum, Pediatrik Nöroşirurji var da niye Geriatrik Nöroşirurji yok diye... Hadi
şuna Nöroşirurji deyip durmayalım da, Beyin Sinir ve Omurga Cerrahisi diyelim
ki daha anlaşılır olsun. Tabii ki ülkemizde geriatri uzmanı sayısı henüz iki
elin parmaklarını geçmiyor iken, nereden çıktı bu Geriatrik Nöroşirurji
diyebilirsiniz...
Nüfusumuzun büyük çoğunluğunu çocukların oluşturduğu
yıllarda, üstelik te yetersiz koşullarda çocuklara en iyi sağlık hizmetini
verebilmek için elimizden geleni yapmış ve Türk Pediatrik Nöroşirürjisini
dünyada ilk sıralara çıkarmıştık; artık gelişen koşullarda yaşlılarımıza da en
iyi hizmeti verme zamanı geldi de geçiyor bile...
18 Mart 2015 Çarşamba
11:41 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Burada sözünü edeceğim, yaz aylarının sütlü ve meyveli keyfi değil... Omurgada yapılan dondurma ameliyatları, tıbbi adıyla “füzyon” ameliyatları. Aslında insan vücudundaki en hareketli organımız olan omurganın bu hareketliliği yaşlanmaya veya kötü kullanılmaya bağlı olarak azaldığında, ağrılı günler başlıyor. Alternatif tıp uygulamaları ve fizik tedavi şanslarını da kullanıp bir fayda bulamadıktan sonra ise yolumuz cerrahlara düşüyor. Onlar da ağrımızı dindirmek için omurgamızın ağrı yapan kısmını tamamen hareketsiz hale getiriyor, yani füzyon ameliyatları yapıyorlar.
Ancak unutmamak gerekir ki, bu hastalıklar/ ağrılar binlerce yıldır var ama cerrahlar dünya sahnesinde ortaya çıkalı daha yüz yıl bile olmadı... Evrensel bilgeliğin tezahür ettiği en mükemmel tablolardan biri olan insan vücudu tabii ki bu ağrıları çaresiz bırakmıyordu. Hep duyduğumuz, çok bilinen ismiyle omurga kireçlenmesi denen dur um işte tam da bu noktada karşımıza çıkıyor. Omurga tabiri caizse kireç bağlayarak hareketliliğini azaltmaya çalışıyor... Cerrahların ise yüzyıldır yapmaya çalıştığı şey, işte bu kireçlenmenin bir taklidinden ibaret. Oysa uzayı fethetmeye kalkışan insan aklının bulabildiği çare bundan, basit bir taklitten ibaret olmasa gerek....
Tabii ki artık mükemmel bir çözüm var: “Hareket Koruyucu Omurga Cerrahisi”... Bu yeni teknik, daha doğrusu teknikler sayesinde hem omurga kaynaklı ağrıları dindirmek, hem de omurganın hareketliliğini korumak artık mümkün. Yani ağrılar yüzünden yapamadığınız sporlardan, ameliyat olup ta ağrılarınız geçtiğinde bu sefer belinizdeki/boynunuzdaki katılık yüzünden mahrum kalmayacaksınız. Teknik olarak biraz daha zor, yani öyle karşınıza çıkan her cerrahın yapabileceği ameliyatlar değiller; üstelik biraz daha masraflılar ama sonuçta her şey sağlık için değil mi...
Ancak unutmamak gerekir ki, bu hastalıklar/ ağrılar binlerce yıldır var ama cerrahlar dünya sahnesinde ortaya çıkalı daha yüz yıl bile olmadı... Evrensel bilgeliğin tezahür ettiği en mükemmel tablolardan biri olan insan vücudu tabii ki bu ağrıları çaresiz bırakmıyordu. Hep duyduğumuz, çok bilinen ismiyle omurga kireçlenmesi denen dur um işte tam da bu noktada karşımıza çıkıyor. Omurga tabiri caizse kireç bağlayarak hareketliliğini azaltmaya çalışıyor... Cerrahların ise yüzyıldır yapmaya çalıştığı şey, işte bu kireçlenmenin bir taklidinden ibaret. Oysa uzayı fethetmeye kalkışan insan aklının bulabildiği çare bundan, basit bir taklitten ibaret olmasa gerek....
Tabii ki artık mükemmel bir çözüm var: “Hareket Koruyucu Omurga Cerrahisi”... Bu yeni teknik, daha doğrusu teknikler sayesinde hem omurga kaynaklı ağrıları dindirmek, hem de omurganın hareketliliğini korumak artık mümkün. Yani ağrılar yüzünden yapamadığınız sporlardan, ameliyat olup ta ağrılarınız geçtiğinde bu sefer belinizdeki/boynunuzdaki katılık yüzünden mahrum kalmayacaksınız. Teknik olarak biraz daha zor, yani öyle karşınıza çıkan her cerrahın yapabileceği ameliyatlar değiller; üstelik biraz daha masraflılar ama sonuçta her şey sağlık için değil mi...
12 Mart 2015 Perşembe
17:29 by UnknownNo comments
devamı : http://www.semihkeskil.com/Boyun_Agrisi/Boyunda_Lazer_Ameliyati.html
11:12 by UnknownNo comments
Sadece beyin ve sinir cerrahisi uzmanları tarafından yapılacak cerrahi girişimlerle hidrosefali tedavi edilebilir ve böylece beyin içindeki basıncın artması önlenmiş olur. Eğer beyin-omurilik sıvısının dolaşımının bozulmasına neden olan bir tıkanıklık varsa, tıkanıklığın nedenine (tümör, kist gibi) yönelik hidrosefali ameliyatı yapılabilir. Seçilmiş bir grup hastada ise sıvı dolaşımının düzeltilmesi endoskopik ameliyat yöntemiyle de gerçekleştirilebilmektedir. Hastaların çoğunluğunda ise cilt altından yerleştirilen "şant" adı verilen ince uzun, elastik, silikon bir boru ile sıvının beyinden başka bir vücut boşluğuna aktarımı gerçekleştirilir. Sıvı akımının tek yönlü ve kontrollü bir hızda olabilmesi için kafa derisinin altında bu boru sisteminin "pompa" denilen bir parçası daha bulunur. Tanısı anne karnında iken konulmuş bebeklerde en sık uygulanan yöntem ise; bebeğin mümkün olduğunca erken dönemde doğurtulup ameliyatının yapılmasıdır.
Ameliyat sonrası enfeksiyonu önlemek için kısa süreli antibiyotik kullanılır, cerrahi sonrası hasta bir süre hastanede gözlenir. Beyin dokusunda kalıcı hasar meydana gelmişse hastanın bazı fonksiyonları düzelmeyebilir. Bu hastaların, şantın çalışıp çalışmadığının takibi açısından uzun süreli izlenmesi gerekir, çünkü şant çalışmaması ve enfeksiyon durumlarında acilen değiştirilmesi gerekir.
Şant pil gibi bir güç kaynağına ihtiyaç duymaz. Basınç ayarı dışardan yapılabilen ve manyetik alandan etkilenen tipte bir şant takılmışsa, hastaya manyetik rezonans(MR) tetkiki yapılmadan önce doktoruna danışmalıdır. Pompaya parmakla aşırı basmak bozulmasına neden olacaktır ve bebeklik döneminde bebeğin şantın olduğu tarafa yatırılması uygun değildir. Hastaların çoğunda şant ihtiyacı ömür boyu devam edecektir. Eğer; ameliyat yerinde ve şant hattı üzerinde kızarıklık ve hassasiyet; hastada huzursuzluk, bulantı, kusma, baş ağrısı, çift görme, ateş, karın ağrısı, havale geçirme gibi yakınmalar varsa hasta mutlaka hemen doktora başvurulmalıdır çünkü şanta bağlı sorunlar çok hızla, hatta bazen saatler içinde gelişebilir.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Hidrosefali/Hidrosefali_Tedavisi.html
Ameliyat sonrası enfeksiyonu önlemek için kısa süreli antibiyotik kullanılır, cerrahi sonrası hasta bir süre hastanede gözlenir. Beyin dokusunda kalıcı hasar meydana gelmişse hastanın bazı fonksiyonları düzelmeyebilir. Bu hastaların, şantın çalışıp çalışmadığının takibi açısından uzun süreli izlenmesi gerekir, çünkü şant çalışmaması ve enfeksiyon durumlarında acilen değiştirilmesi gerekir.
Şant pil gibi bir güç kaynağına ihtiyaç duymaz. Basınç ayarı dışardan yapılabilen ve manyetik alandan etkilenen tipte bir şant takılmışsa, hastaya manyetik rezonans(MR) tetkiki yapılmadan önce doktoruna danışmalıdır. Pompaya parmakla aşırı basmak bozulmasına neden olacaktır ve bebeklik döneminde bebeğin şantın olduğu tarafa yatırılması uygun değildir. Hastaların çoğunda şant ihtiyacı ömür boyu devam edecektir. Eğer; ameliyat yerinde ve şant hattı üzerinde kızarıklık ve hassasiyet; hastada huzursuzluk, bulantı, kusma, baş ağrısı, çift görme, ateş, karın ağrısı, havale geçirme gibi yakınmalar varsa hasta mutlaka hemen doktora başvurulmalıdır çünkü şanta bağlı sorunlar çok hızla, hatta bazen saatler içinde gelişebilir.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Hidrosefali/Hidrosefali_Tedavisi.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)