Bu anlatacağım kulağınıza küpe olsun. Bu uyarı tüm
tıp dallarını ilgilendiren tüm hastalıklarınız için de geçerli. Bir çocukluk
arkadaşıma özel bir hastanede, endoskopik
ve ateş pahasına mal olacak bir
ameliyat önermişler. Tabii bunun acil
olduğunu ve hemen yarın yapılması gerektiğini de eklemişler. Bana telefonla
ulaşabildiği için ne yapması gerektiğini sordu. Ben de ona bu konunun benim
uzmanlık alanıma girmediğini söyledim. Nasıl olsa ki 2. bir görüş almak
isteyeceğini, ama bu görüşü alırken tercihini o şehirdeki devlet ihtisas
hastanesi veya üniversite hastanesi lehine kullanmasını öğütledim. “Böyle
yüksek teknolojili bir ameliyatı sizin hastanenizde olsam, SGK (Sosyal Güvenlik kurumu) bunun ücretini karşılıyor mu?” diye
mutlaka sorması gerektiğini de ekledim. Beni üzgün bir sesle arayıp, SGK’nın
ödeme yapmadığını ve istenen parayı da bulamadığını; bu yüzden de maalesef
gidip üniversitede önerilen ucuz ameliyatı olacağını söyleyince içim acıdı.
Arkadaşım olmasa bu yorumu yapar mıydım şimdi bilemiyorum aslında. Ama ona
SGK’nın ödeyeceği ameliyatlara, ülkenin saygın cerrahi meslek kuruluşlarının, o
mesleğin en üst seviyelerindeki en
tecrübeli uzmanlarınca oluşturulan komisyonlarına danışarak karar
verdiğini, yani haklı olduğunu söyledim. “Demek ki sana önerilen ameliyat; cerrahların ulusal meslek
kuruluşlarınca oluşturulan uzmanlar heyetlerince henüz kabul görmemiş, deyim
yerindeyse henüz deneysel evrede
olan bir ameliyatmış!” dedim. Özel hastanedeki doktorlara saygısızlık etmiş
olabilirim ama 50 yıllık arkadaşıma kıyamadım. Siz siz olun, böyle bir durumda
2. görüşü büyük şehirlerdeki devlet ihtisas hastanelerinden veya artık hemen
her şehirde bulunan üniversite hastanelerinden alın. Soracağınız anahtar soru
şu olsun: “ Bana önerilen ve ileri teknolojiler kullanılarak uygulandığı için
pahalı olduğu söylenen bu bir ameliyatı sizin hastanenizde olsam, SGK (Sosyal
Güvenlik kurumu) bunun ücretini karşılar mı?”…
1 Temmuz 2015 Çarşamba
8 Haziran 2015 Pazartesi
20:36 by Prof. Dr. Semih Keskil1 comment
Bu cümleyi duyduğunuzda zaten çaresizlikten kan beyninize
sıçrayacak ama aslında korkudan saçlarınız diken diken olmalı…
Tabii böyle bir cümle bu ameliyat Ankara’da yapılamıyor,
Türkiye’de yapılamıyor şeklinde de kulağınıza gelebilir. Bu tip sözleri ulusal
veya uluslar arası arenadan söz sahibi, saygın bir akademisyenden duyduysanız
amenna, ama durum böyle değilse, ikinci- üçüncü hatta sekizinci bir görüş
alsanız iyi edersiniz. Çünkü son
zamanlarda gördüğüm o ki; yetenekleri hırslarına dar gelen pek çok meslektaşım,
belki de bir ego şişmesinin kurbanı olduklarından, “Ben bu tip hastalarda kesin
bir çözüme götüren tedavileri uygulama becerisine sahip değilim, ama hastanızı
bilmem kime göstermenizi tavsiye edebilirim.” gibi bir cümleyi bir türlü
kuramıyorlar.
Malum şahsiyetin bile hemen her konuda uzman kesildiği göz
önüne alındığında, hiçbir meslektaşımı da çok suçlamak istemiyorum ama
“BİLMİYORUM” diyebilmek bir meziyettir ve bu kelimeyi kullananın bilgisinin
çokluğunun ve özgüveninin en iyi göstergesidir.
Zaten yeterli hayat tecrübesine hepiniz sahipsiniz,
hiçbirinizden daha akılı da değilim ama 30 küsur yıllık mesleki deneyimlerine
dayanarak diyeceğim şu ki; eğer bir doktor çok yüksek bir perdeden konuşuyorsa,
konuşmasında çok fazla “ben” sözcüğü kullanıyorsa, kesin ve genelleyici
ifadeleri tercih ediyorsa ve daha da ayıbı kendini övüyorsa; oradan hemen toz olun…
25 Mayıs 2015 Pazartesi
12:01 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Son gördüğüm
skolyoz hastası, sinirlerini ve kaslarını harabeden bir illet nedeni ile
tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş 7 yaşında cin gibi dünyalar güzeli bir
çocuktu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, sırtındaki eğrilik nedeni ile tam olarak
dik de oturamıyordu. Daha önce hastaya, omurgalarına vidalar koymak yolu ile
omurgasının düzeltilebileceği söylenmiş, ailesi de böyle büyük ve riskli bir
ameliyatı yaptırmak istememiş. Son alarak ta bizim görüşümüzü almak için
gelmişler.
Hastayı
detaylı değerlendirdiğimde, omurgadaki eğriliğin aslında göğüs duvarındaki,
yani kaburgalardaki bir gelişim bozukluğundan kaynaklandığını fark ettim. Bu
tip hastalarda solunum sıkıntısı da görülebildiği için yaptırdığım solunum
fonksiyon testlerinde çocuğun durumunun o kadar da kötü olmadığını gördük.
Henüz omurgasındaki eğriliğin tehlikeli kabul ettiğimiz sınırın altında
olmasını ve yaşını da göz önüne alarak, bir süre daha takip etmeye karar
verdik. Zaten ben şahsen bu tip ameliyatların sadece kozmetik amaçla yapma
konusunda hep gönülsüz oldum, ağırdan aldım.
Bu tip
ekstra problemleri olan skolyoz hastalarında korse tedavisi de kullanılamadığı
için, sırtındaki eğrilik ilerleyip korktuğumuz başımıza gelebilir ve çocuğu
ameliyat etmek zorunda kalabiliriz. Ancak biz ameliyatta omurgasına vidalar,
çubuklar yerleştirmek gibi tehlikeli bir yöntem yerine, yani sivrisinekleri
öldürmek yerine; bataklığı kurutmayı, yani hastanın göğüs duvarındaki yapısal
bozukluğu düzeltme yöntemini tercih edeceğiz. Üstelik bunu endoskopik
denebilecek bir yöntemle yani çok küçük birkaç cilt kesisi ile ve sadece
kaburgalar arasına açacak ve geçici olarak konulacak bir cihazla yapacağız.
Dahası da var, daha önce başkaları tarafından hastaya önerilen ameliyattaki
gibi, düzeltmeyi bir anda yapıp hastayı ekstra bir tehlikeye atmayacağız, bu
düzeltmeyi adım adım- yavaş yavaş yapacağız.
Diyeceğim şu
ki, artık karmaşık omurga ameliyatlarını yapabilen pek çok cerrah var ülkemizde
ama önemli olan tehlikeli bir ameliyatı yapabilmek değil; bu ameliyatı yapıp
yapmamaya karar vermek ve eğer yapılacaksa hasta için hangi yöntemin uygun
olduğuna karar vermek. Tabii ki bunun için de değişik yöntemlerin tümüne hakim
olmak gerek. Uzun sözün kısası; bu tip ameliyatları Beyin cerrahları-
Ortopedistler- Göğüs cerrahları, ve Pediatrik Nörologların olduğu ve daha da
önemlisi, bu uzmanların işbirliği içinde çalışabildiği merkezlerde yaptırmanız.
Meşhur sözü hiç unutmayın: “Elinde alet olarak sadece çekiç bulunana bir süre
sonra her şey çivi gibi gözükmeye başlar.” Gözünüzden bile sakındığınız inci
tanelerinin tuzla buz haline getirilmesine izin vermeyin…
17 Mayıs 2015 Pazar
21:36 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Geçen
gün hastanede beni çok üzen bir olay yaşadık. Nörologlar bize 21 yaşında
yabancı uyruklu bir kızı danıştılar. Nedeni belirsiz bir şekilde beyni besleyen
ana damarlarından biri tıkanmış. 5 gün önce koma halinde hastaneye getirilmiş,
bizim Nörologlar da yoğun bakıma yatırıp ilaç tedavisi altına almışlar. Ancak ilaçlarla
beyindeki şişmenin önünü alamayınca sonunda bize danıştılar, acaba bir
yardımımız olabilir mi diye. Biz de Beyin cerrahi ekibi olarak hastayı hemen
ameliyata alıp, kafatası kemiklerinin neredeyse yarısını çıkarıp beyne
genişleyebileceği yer açtık. Ancak pek
te işe yaramadı ve 2 gün içinde hastamızı kaybettik. Tabii geceleri uykum kaçıyor, acaba biz bu gencecik
kızı 5 gün gecikmeyle değil de hastaneye ilk geldiğinde ameliyat edebilseydik şimdi
yaşıyor olmasını sağlayabilir miydik diye? Tabii ki tanrının son kararı herkes
gibi bizi de bağlıyor ama yine de üzülmemek elde değil. Aman sizlerin de sevdiğiniz
bir yakınınız aniden bayılır ve koma halinde hastaneye kaldırılır ve de
hastanızı acil serviste gören Nörologlar, yoğun bakıma yatırıp tedavi edeceğiz
derlerse anlattıklarımı lütfen hatırlayın. Doktorlardan hastanızı hemen ama hemen bir Beyin Cerrah’ına
göstermelerini isteyin. Bu konuda çok
ısrarcı olun çünkü Nörologların
aklına bu seçenek gelinceye kadar, hastanızın kurtarılabilmesi için çok
önemli olan ilk saatler kaçırılıyor olabilir…
10 Nisan 2015 Cuma
13:16 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Bir hocam, en önemli olan şeyin insanın duruşu olduğunu
söylerdi. İnsan yaşamı son yüz yılda neredeyse iki katına çıktı; güzel bir şey
uzun yaşamak, ama tabii insanca yaşanacaksa... İnsanın başını dik tutmasını
sağlayan organı da omurgası tabii ki.
Yılların yorgunluğu omuzlarımıza çöktükçe, sırtımızın
kamburlaşması, belimizin bükülmesi kaçınılmaz bir kader. Tabii ki yaşlanacağız,
ama ihtiyarlamayacağız. Başımız dik, gözlerimiz ilerde, kırmızı boyun atkımız
rüzgarda yürüyeceğeyiz... Peki ama bu yürüyüşte yanı başımızda kimler olmalı? Tabii
ki doktorlar, özellikle de omurga cerrahları. Hep aynı tahta masanın başından
size “Belinizin kemikleri birbirine
girmiş, sizin için tıbbın yapabileceği bir şey yok!” diyenler, “Bazı
ameliyatlar yapılabilir ama bunlar çok riskli ” diyenler çıkacaktır... Boş verin onları.
Unutmayın ki el elden üstündür. Tabii ki sizin omurganızı
eski haline getirebilecek, başınızı tekrar dik tutmanızı sağlayabilecek bir
cerrah orada bir yerde sizi bekliyordur... Ayrıca her
riski sıfırlayabilmenin de çeşitli yolları var. Kuyruklu yıldızlara gemi
indiren çağdaş teknoloji sizin riskinizi mi halledemeyecek... Yeter ki doğru
insanlara ulaşabilin...
29 Mart 2015 Pazar
20:44 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Bu üç unsuru bir araya getirebilmek ne kadar hoş olurdu değil mi? Ama
unutmamak gerekir ki ilk ikisini bir araya getirebilmek bile yüzyıllar sürdü...
Henüz çok az tıp dalında yüzde yüz başarıdan söz edilebiliyor,
iyi biliyoruz. Bunun ise ne kadar güçlü bir bilgi birikimi, deneyim ve
kurumsallaşma gerektirdiğini tahmin etmek hiç te zor değil.
Riski sıfırlayabilmek ise teşhisten tedaviye giden
tüm süreçte kullanılan yüksek teknolojiye bağlı. Beyin, sinir ve omurilik
cerrahisi de teknolojideki en son gelişmelerin günü gününe devreye girdiği bir
dal. Bu sayede hastalarımız için riski sıfıra kadar indirebiliyoruz...
Yüksek teknolojinin, özellikle de teknolojiyi
ülkemizde geliştirmiyorsak, yüksek bir
bedeli olması da kaçınılmaz tabii ki. Tüm vatandaşlarına en ileri teknolojiyi
ücretsiz sunmak ne yazık ki dünyadaki hiç bir devletin harcı değil.
Bu durumda hastaya ve cerraha düşen, yukarıdaki
başlıkta sözü edilen şeytan üçgeni içinde en uygun noktayı el birliği ile bulmak,
ki bunun da kolay bir iş olduğu söylenemez...
23 Mart 2015 Pazartesi
11:21 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Çocuklarla yıllarca uğraştıktan sonra son zamanlarda
artık farkına varıyorum da, giderek hastalarımın daha büyük çoğunluğunu
yaşlılar oluşturuyor. Eee tabii bilimsel ve ekonomik gelişmelerin insan
yaşamını ülkemizde de uzattığı artık çok iyi bilinen bir tablo...
Aslında Türk Geriatri Derneğini kuralı beri hep düşünür
dururum, Pediatrik Nöroşirurji var da niye Geriatrik Nöroşirurji yok diye... Hadi
şuna Nöroşirurji deyip durmayalım da, Beyin Sinir ve Omurga Cerrahisi diyelim
ki daha anlaşılır olsun. Tabii ki ülkemizde geriatri uzmanı sayısı henüz iki
elin parmaklarını geçmiyor iken, nereden çıktı bu Geriatrik Nöroşirurji
diyebilirsiniz...
Nüfusumuzun büyük çoğunluğunu çocukların oluşturduğu
yıllarda, üstelik te yetersiz koşullarda çocuklara en iyi sağlık hizmetini
verebilmek için elimizden geleni yapmış ve Türk Pediatrik Nöroşirürjisini
dünyada ilk sıralara çıkarmıştık; artık gelişen koşullarda yaşlılarımıza da en
iyi hizmeti verme zamanı geldi de geçiyor bile...
18 Mart 2015 Çarşamba
11:41 by Prof. Dr. Semih KeskilNo comments
Burada sözünü edeceğim, yaz aylarının sütlü ve meyveli keyfi değil... Omurgada yapılan dondurma ameliyatları, tıbbi adıyla “füzyon” ameliyatları. Aslında insan vücudundaki en hareketli organımız olan omurganın bu hareketliliği yaşlanmaya veya kötü kullanılmaya bağlı olarak azaldığında, ağrılı günler başlıyor. Alternatif tıp uygulamaları ve fizik tedavi şanslarını da kullanıp bir fayda bulamadıktan sonra ise yolumuz cerrahlara düşüyor. Onlar da ağrımızı dindirmek için omurgamızın ağrı yapan kısmını tamamen hareketsiz hale getiriyor, yani füzyon ameliyatları yapıyorlar.
Ancak unutmamak gerekir ki, bu hastalıklar/ ağrılar binlerce yıldır var ama cerrahlar dünya sahnesinde ortaya çıkalı daha yüz yıl bile olmadı... Evrensel bilgeliğin tezahür ettiği en mükemmel tablolardan biri olan insan vücudu tabii ki bu ağrıları çaresiz bırakmıyordu. Hep duyduğumuz, çok bilinen ismiyle omurga kireçlenmesi denen dur um işte tam da bu noktada karşımıza çıkıyor. Omurga tabiri caizse kireç bağlayarak hareketliliğini azaltmaya çalışıyor... Cerrahların ise yüzyıldır yapmaya çalıştığı şey, işte bu kireçlenmenin bir taklidinden ibaret. Oysa uzayı fethetmeye kalkışan insan aklının bulabildiği çare bundan, basit bir taklitten ibaret olmasa gerek....
Tabii ki artık mükemmel bir çözüm var: “Hareket Koruyucu Omurga Cerrahisi”... Bu yeni teknik, daha doğrusu teknikler sayesinde hem omurga kaynaklı ağrıları dindirmek, hem de omurganın hareketliliğini korumak artık mümkün. Yani ağrılar yüzünden yapamadığınız sporlardan, ameliyat olup ta ağrılarınız geçtiğinde bu sefer belinizdeki/boynunuzdaki katılık yüzünden mahrum kalmayacaksınız. Teknik olarak biraz daha zor, yani öyle karşınıza çıkan her cerrahın yapabileceği ameliyatlar değiller; üstelik biraz daha masraflılar ama sonuçta her şey sağlık için değil mi...
Ancak unutmamak gerekir ki, bu hastalıklar/ ağrılar binlerce yıldır var ama cerrahlar dünya sahnesinde ortaya çıkalı daha yüz yıl bile olmadı... Evrensel bilgeliğin tezahür ettiği en mükemmel tablolardan biri olan insan vücudu tabii ki bu ağrıları çaresiz bırakmıyordu. Hep duyduğumuz, çok bilinen ismiyle omurga kireçlenmesi denen dur um işte tam da bu noktada karşımıza çıkıyor. Omurga tabiri caizse kireç bağlayarak hareketliliğini azaltmaya çalışıyor... Cerrahların ise yüzyıldır yapmaya çalıştığı şey, işte bu kireçlenmenin bir taklidinden ibaret. Oysa uzayı fethetmeye kalkışan insan aklının bulabildiği çare bundan, basit bir taklitten ibaret olmasa gerek....
Tabii ki artık mükemmel bir çözüm var: “Hareket Koruyucu Omurga Cerrahisi”... Bu yeni teknik, daha doğrusu teknikler sayesinde hem omurga kaynaklı ağrıları dindirmek, hem de omurganın hareketliliğini korumak artık mümkün. Yani ağrılar yüzünden yapamadığınız sporlardan, ameliyat olup ta ağrılarınız geçtiğinde bu sefer belinizdeki/boynunuzdaki katılık yüzünden mahrum kalmayacaksınız. Teknik olarak biraz daha zor, yani öyle karşınıza çıkan her cerrahın yapabileceği ameliyatlar değiller; üstelik biraz daha masraflılar ama sonuçta her şey sağlık için değil mi...
12 Mart 2015 Perşembe
17:29 by UnknownNo comments
devamı : http://www.semihkeskil.com/Boyun_Agrisi/Boyunda_Lazer_Ameliyati.html
11:12 by UnknownNo comments
Sadece beyin ve sinir cerrahisi uzmanları tarafından yapılacak cerrahi girişimlerle hidrosefali tedavi edilebilir ve böylece beyin içindeki basıncın artması önlenmiş olur. Eğer beyin-omurilik sıvısının dolaşımının bozulmasına neden olan bir tıkanıklık varsa, tıkanıklığın nedenine (tümör, kist gibi) yönelik hidrosefali ameliyatı yapılabilir. Seçilmiş bir grup hastada ise sıvı dolaşımının düzeltilmesi endoskopik ameliyat yöntemiyle de gerçekleştirilebilmektedir. Hastaların çoğunluğunda ise cilt altından yerleştirilen "şant" adı verilen ince uzun, elastik, silikon bir boru ile sıvının beyinden başka bir vücut boşluğuna aktarımı gerçekleştirilir. Sıvı akımının tek yönlü ve kontrollü bir hızda olabilmesi için kafa derisinin altında bu boru sisteminin "pompa" denilen bir parçası daha bulunur. Tanısı anne karnında iken konulmuş bebeklerde en sık uygulanan yöntem ise; bebeğin mümkün olduğunca erken dönemde doğurtulup ameliyatının yapılmasıdır.
Ameliyat sonrası enfeksiyonu önlemek için kısa süreli antibiyotik kullanılır, cerrahi sonrası hasta bir süre hastanede gözlenir. Beyin dokusunda kalıcı hasar meydana gelmişse hastanın bazı fonksiyonları düzelmeyebilir. Bu hastaların, şantın çalışıp çalışmadığının takibi açısından uzun süreli izlenmesi gerekir, çünkü şant çalışmaması ve enfeksiyon durumlarında acilen değiştirilmesi gerekir.
Şant pil gibi bir güç kaynağına ihtiyaç duymaz. Basınç ayarı dışardan yapılabilen ve manyetik alandan etkilenen tipte bir şant takılmışsa, hastaya manyetik rezonans(MR) tetkiki yapılmadan önce doktoruna danışmalıdır. Pompaya parmakla aşırı basmak bozulmasına neden olacaktır ve bebeklik döneminde bebeğin şantın olduğu tarafa yatırılması uygun değildir. Hastaların çoğunda şant ihtiyacı ömür boyu devam edecektir. Eğer; ameliyat yerinde ve şant hattı üzerinde kızarıklık ve hassasiyet; hastada huzursuzluk, bulantı, kusma, baş ağrısı, çift görme, ateş, karın ağrısı, havale geçirme gibi yakınmalar varsa hasta mutlaka hemen doktora başvurulmalıdır çünkü şanta bağlı sorunlar çok hızla, hatta bazen saatler içinde gelişebilir.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Hidrosefali/Hidrosefali_Tedavisi.html
Ameliyat sonrası enfeksiyonu önlemek için kısa süreli antibiyotik kullanılır, cerrahi sonrası hasta bir süre hastanede gözlenir. Beyin dokusunda kalıcı hasar meydana gelmişse hastanın bazı fonksiyonları düzelmeyebilir. Bu hastaların, şantın çalışıp çalışmadığının takibi açısından uzun süreli izlenmesi gerekir, çünkü şant çalışmaması ve enfeksiyon durumlarında acilen değiştirilmesi gerekir.
Şant pil gibi bir güç kaynağına ihtiyaç duymaz. Basınç ayarı dışardan yapılabilen ve manyetik alandan etkilenen tipte bir şant takılmışsa, hastaya manyetik rezonans(MR) tetkiki yapılmadan önce doktoruna danışmalıdır. Pompaya parmakla aşırı basmak bozulmasına neden olacaktır ve bebeklik döneminde bebeğin şantın olduğu tarafa yatırılması uygun değildir. Hastaların çoğunda şant ihtiyacı ömür boyu devam edecektir. Eğer; ameliyat yerinde ve şant hattı üzerinde kızarıklık ve hassasiyet; hastada huzursuzluk, bulantı, kusma, baş ağrısı, çift görme, ateş, karın ağrısı, havale geçirme gibi yakınmalar varsa hasta mutlaka hemen doktora başvurulmalıdır çünkü şanta bağlı sorunlar çok hızla, hatta bazen saatler içinde gelişebilir.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Hidrosefali/Hidrosefali_Tedavisi.html
11 Mart 2015 Çarşamba
11:57 by UnknownNo comments
Geçenlerde yazdığımız bilimsel bir makalenin yurtdışındaki saygın bir dergiden ön kabul yazısı geldi. Böylece yaptığımız bir ameliyatın daha Dünyada ilk kez yapıldığı tescillenmiş oldu. Dikkatinizi çekerim, Türkiye’de ilk defa, Avrupa’da ilk defa değil, Dünyada ilk defa. Üstelik böyle bir başarının sevincini ilk kez de yaşamıyoruz.
Boynu kafatasına birleştiren üst boyun kemiklerinin yani C1,C2 kemiklerinin kırıkları özellikle yüksek hızda ortaya çıkan trafik kazalarında genellikle çok ölümcül olabilmektedir. Ancak son yıllarda gelişen araç güvenlik sistemlerinin ve ilk yardım hizmetlerinin sayesinde bu kazazedeleri ölmeden, ameliyatla tedavi edip normal yaşama, üstelik birkaç gün içinde döndürmek mümkün oluyor, üstelik hiç bir hareketleri kısıtlanmadan. Anatomik olarak insan vücudundaki en karmaşık bölgedeki bu ameliyatları her hasta için ayrı planlamak gerekiyor. En son teknolojiyle üretilmiş vidalar da kullanılıyor. Hastalar eskiden olduğu gibi uygulanan başlıklar-boyunluklar nedeni ile aylarca işlerinden ve aktif yaşamlarından uzak kalmıyorlar, yaşam kalitelerinde hiçbir düşme olmuyor.
Boynu kafatasına birleştiren üst boyun kemiklerinin yani C1,C2 kemiklerinin kırıkları özellikle yüksek hızda ortaya çıkan trafik kazalarında genellikle çok ölümcül olabilmektedir. Ancak son yıllarda gelişen araç güvenlik sistemlerinin ve ilk yardım hizmetlerinin sayesinde bu kazazedeleri ölmeden, ameliyatla tedavi edip normal yaşama, üstelik birkaç gün içinde döndürmek mümkün oluyor, üstelik hiç bir hareketleri kısıtlanmadan. Anatomik olarak insan vücudundaki en karmaşık bölgedeki bu ameliyatları her hasta için ayrı planlamak gerekiyor. En son teknolojiyle üretilmiş vidalar da kullanılıyor. Hastalar eskiden olduğu gibi uygulanan başlıklar-boyunluklar nedeni ile aylarca işlerinden ve aktif yaşamlarından uzak kalmıyorlar, yaşam kalitelerinde hiçbir düşme olmuyor.
10 Mart 2015 Salı
11:15 by UnknownNo comments
Son zamanlarda bizi en çok zorlayan ameliyattan bahsetmek istiyorum bugün. İnsan dünyada bile çok az ekibin altından kalkabileceği böyle bir şeyi başarınca bunu paylaşmak istiyor. Kısaca anlatmak gerekirse, bir adamcağızın üstünden traktör geçmiş ve sonuçta leğen kemiği; yani kalçasını, belini, bacaklarını birbirine bağlayan ana çatı olan kemik yapı tabiri caizse paramparça olmuş. Pek çok cerrahın yapabileceği sadece hastayı aylarca alçı içinde yatakta yatırıp kendi kendine ne kadar iyileşebilecekse o sonuca razı olmaktan ibaret. Bu sürecin nasıl bir işkence olacağını tahmin etmek hiç kimse için zor olmasa gerek. Oysa günümüzde bu tip karmaşık kırıkları bile ameliyatla düzeltmek ve hastayı birkaç gün sonra ayağa kaldırmak mümkün. Tabii ki sadece bu tip kırıklarda deneyimi olan Beyin ve Sinir Cerrahları ile yine bu tip kırıklarda deneyimi olan Ortopedistlerin bir grup halinde çalıştığı çok sınırlı sayıdaki merkezde. Tanrıya şükür ki artık ülkemizde de bu tip gruplar var, bir kaç tane de olsa…
9 Mart 2015 Pazartesi
13:51 by UnknownNo comments
Geçen gün hastanede beni çok üzen bir olay yaşadık. Nörologlar bize 21 yaşında yabancı uyruklu bir kızı danıştılar. Nedeni belirsiz bir şekilde beyni besleyen ana damarlarından biri tıkanmış. 5 gün önce koma halinde hastaneye getirilmiş, bizim Nörologlar da yoğun bakıma yatırıp ilaç tedavisi altına almışlar. Ancak ilaçlarla beyindeki şişmenin önünü alamayınca sonunda bize danıştılar, acaba bir yardımımız olabilir mi diye. Biz de Beyin cerrahi ekibi olarak hastayı hemen ameliyata alıp, kafatası kemiklerinin neredeyse yarısını çıkarıp beyne genişleyebileceği yer açtık. Ancak pek te işe yaramadı ve 2 gün içinde hastamızı kaybettik. Tabii geceleri uykum kaçıyor, acaba biz bu gencecik kızı 5 gün gecikmeyle değil de hastaneye ilk geldiğinde ameliyat edebilseydik şimdi yaşıyor olmasını sağlayabilir miydik diye? Tabii ki tanrının son kararı herkes gibi bizi de bağlıyor ama yine de üzülmemek elde değil. Aman sizlerin de sevdiğiniz bir yakınınız aniden bayılır ve koma halinde hastaneye kaldırılır ve de hastanızı acil serviste gören Nörologlar, yoğun bakıma yatırıp tedavi edeceğiz derlerse anlattıklarımı lütfen hatırlayın. Doktorlardan hastanızı hemen ama hemen bir Beyin Cerrahına göstermelerini isteyin. Bu konuda çok ısrarcı olun çünkü Nörologların aklına bu seçenek gelinceye kadar hastanızın kurtarılabilmesi için çok önemli olan ilk saatlerkaçırılıyor olabilir…
11:36 by UnknownNo comments
Otururken bele binen yükün, ayakta dik pozisyonda dururkenkinden daha fazla olduğu bilinmelidir. Bu pozisyondan daha kötüsü, sandalyede otururken öne doğru eğilerek yerden bir cismi almaktır. En kötüsü ise ayakta dururken öne doğru eğilerek dizler düz konumda iken yerdeki bir ağırlığı kaldırmaktır.
Bel sağlığı korunması için kişi hiçbir zaman çok ağır bir yükü kaldırmamalı, kaldıracaksa mutlak surette dizlerini kırarak yani çömelerek cismi yerden almalı, belden eğilerek kaldırmamalıdır. Hiçbir cismi uzanarak almamalı, daima yaklaşarak, arada mesafe bırakmaksızın almalıdır. Oturur pozisyonda iken kişi arkasına bir destek koyarsa veya oturduğu sandalyenin arka kısmını geriye doğru tedrici olarak yatırmaya başlarsa, bele binen yük giderek azalacak ve bel bu durumda çok daha rahatlamış olacaktır. Sağlıklı iken bel ve karın kaslarını güçlendirici egzersizler yapmalıdır. Hareketli bir hayat tarzını benimsemek yararlıdır.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Bel_ve_Sirt_Agrisi/Bel_Fitigi_Nasil_Onlenir.html
Bel sağlığı korunması için kişi hiçbir zaman çok ağır bir yükü kaldırmamalı, kaldıracaksa mutlak surette dizlerini kırarak yani çömelerek cismi yerden almalı, belden eğilerek kaldırmamalıdır. Hiçbir cismi uzanarak almamalı, daima yaklaşarak, arada mesafe bırakmaksızın almalıdır. Oturur pozisyonda iken kişi arkasına bir destek koyarsa veya oturduğu sandalyenin arka kısmını geriye doğru tedrici olarak yatırmaya başlarsa, bele binen yük giderek azalacak ve bel bu durumda çok daha rahatlamış olacaktır. Sağlıklı iken bel ve karın kaslarını güçlendirici egzersizler yapmalıdır. Hareketli bir hayat tarzını benimsemek yararlıdır.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Bel_ve_Sirt_Agrisi/Bel_Fitigi_Nasil_Onlenir.html
11:19 by UnknownNo comments
Ameliyatın önden veya arkadan yaklaşımla yapılması kararı, beyin cerrahı tarafından verilir. Bu kararda boyun fıtığı yeri, cerrahın deneyimi gibi faktörler etkendir.
Önden yapılan yaklaşım için genellikle boynun sağ tarafı kullanılır. Dört-beş cm'lik yatay kesi yapılması ardından cilt altı dokusu, onun hemen altındaki yüzeysel kas tabakası geçilir ve boyun kasları arasından şah damarı görülene kadar ilerlenir. Omurgaya ulaşmak için özel aletlerle şah damarı dış tarafa, yemek ve soluk borusu iç tarafa alınarak boyun omurgası ön kısmına ulaşılır. Ameliyat yapılacak omurlar arasını saptamak için ameliyat sırasında röntgen çekilir ve ameliyat yeri kontrol edilir. Ameliyatın bu aşamadan sonrası mikroskop altında yapılır. Bu yaklaşımda boşaltılan disk materyali yerine komşu iki omuru hareketi koruyacak şekilde sabitlemek amaçlı protezler konulur. Sonrasında kanama kontrolü ardından kesi yeri dikiş alınmasına gerek kalmayacak şekilde kapatılarak operasyon sonlandırılır.
Boyun fıtığı durumunda arkadan yapılan boyun ameliyatı ise daha sınırlı sayıdadır. Eğer fıtık orta hatta değil ve omurilikten çıkan sinir kökünün omurilik kanalını terk etmek üzere girdiği kanalın ağzındaysa, o zaman arkadan yaklaşım önerilebilir.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Boyun_Agrisi/Boyun_Fitigi_Ameliyati.html
Önden yapılan yaklaşım için genellikle boynun sağ tarafı kullanılır. Dört-beş cm'lik yatay kesi yapılması ardından cilt altı dokusu, onun hemen altındaki yüzeysel kas tabakası geçilir ve boyun kasları arasından şah damarı görülene kadar ilerlenir. Omurgaya ulaşmak için özel aletlerle şah damarı dış tarafa, yemek ve soluk borusu iç tarafa alınarak boyun omurgası ön kısmına ulaşılır. Ameliyat yapılacak omurlar arasını saptamak için ameliyat sırasında röntgen çekilir ve ameliyat yeri kontrol edilir. Ameliyatın bu aşamadan sonrası mikroskop altında yapılır. Bu yaklaşımda boşaltılan disk materyali yerine komşu iki omuru hareketi koruyacak şekilde sabitlemek amaçlı protezler konulur. Sonrasında kanama kontrolü ardından kesi yeri dikiş alınmasına gerek kalmayacak şekilde kapatılarak operasyon sonlandırılır.
Boyun fıtığı durumunda arkadan yapılan boyun ameliyatı ise daha sınırlı sayıdadır. Eğer fıtık orta hatta değil ve omurilikten çıkan sinir kökünün omurilik kanalını terk etmek üzere girdiği kanalın ağzındaysa, o zaman arkadan yaklaşım önerilebilir.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Boyun_Agrisi/Boyun_Fitigi_Ameliyati.html
11:13 by UnknownNo comments
Yaşla artan dejeneratif süreç de halk arasında kireçlenme denilen duruma yol açarak hastada boyun ağrısı artmasına neden olabilir. Boyun kireçlenmesi, boyundaki bağlar ve kıkırdakların yıpranması sonucu oluşur. Bağların sertleştiği, kemiklerde çıkıntıların meydana geldiği bu yıpranma neticesinde omurilik ve sinir kanalları daralır. Bu daralma sebebiyle sinirlere baskı olur ve sonuç olarak boyun ağrısı başlar. Yaşlılıkla beraber omurların arasında bulunan disk denilen yapının iç kısmında su miktarı azalabilir, ve bu durum diskin görevini yapmasını engeller. Diskin bozulması ile yüksekliği de azalır ve boyun omurlarının arka tarafında bulunan eklemlere daha fazla yük binmeye başlar. Yük dağılımındaki ve hareket yeteneğindeki bu dengesizlik omurlarda bozulmaya yol açar ve anormal kemik uzantıları oluşur. Bu kemik uzantıları da boyun ağrısı yakınmasına yol açabilir. Sonrasında diskin dış tabakasında da bozulmalar başlayıp yırtılmalar görülebilir. Bu yırtılmalar iyice ilerlerse, diskin iç yapısı yırtıktan dışarı çıkarak, yani boyun fıtığı oluşturarak, omurilik ve kollara giden sinirlere bası yapacak duruma gelir. Boyun kireçlenmesi ve boyun fıtığı birbirine çok benzer belirtiler gösterir ve beraber de olabilirler. Boyun ve kol ağrısı, el ve ayakta uyuşma ve güçsüzlük görülebilir. Sadece boyun ağrısı varsa boyun egzersizi ile boyun kaslarının güçlendirilmesi ağrının azalmasına yardımcı olur. Ayrıca fizik tedavi yöntemleri ve boyun bölgesine yapılacak enjeksiyon uygulamaları da yararlı olabilir.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Boyun_Agrisi/Boyun_Kireclenmesi.html
devamı: http://www.semihkeskil.com/Boyun_Agrisi/Boyun_Kireclenmesi.html
03:53 by UnknownNo comments
Beyin tümörleri vücudun başka yerlerindeki kanserler gibi tüm vücuda yayılma eğilimi göstermezler. Beyinde bir tümör ortaya çıktığında bunun büyümesi ile çevre beyin ezilir ve pek çok nörolojik sorun ortaya çıkar. Bu yüzden de beyin tümörleri ameliyatla başarılı bir şekilde çıkarıldıklarında, artık tam tedaviden söz edilebilmektedir.
03:43 by UnknownNo comments
Bel omurganın en fazla yük taşıyan bölgesi olduğundan, gündelik yaşamdaki yük kaldırma, eğilme, dönme benzeri hareketlerden dolayı bel bölgesi insan farkında olmadan pek çok kez travmaya maruz kalmaktadır. Bu nedenle bel fıtığı birçok sebebe bağlıdır. Bel fıtığı en yaygın olarak kas-iskelet sistemi kaynaklıdır ve bunlara mekanik nedenler denir. Diğer bozukluklar sıklıkla omurganın normal yapısında bulunan disk veya faset eklemlerle ilgilidir.
Ağır bir yükü kaldırmak veya ters bir hareket yapmak gibi pek çok dış faktörün yanında kişiye ait faktörler de bel fıtığı oluşmasında önemli rol oynarlar. Kişiye ait faktörlerin başında omur kemikleri arasında bulunan ve disk adı verilen kıkırdak benzeri yapılardaki bozulma gelir. Yaş ilerledikçe diski besleyen damarlar azalır ve diskin beslenmesi difüzyonla olur. Disklerin ihtiva ettiği su oranı da çocuk yaştan itibaren yavaş yavaş azalmaya başlar. Çocuklarda % 80 olan bu oran, yetişkinlerde % 50-60'a düşer. Neticede diskin yüksekliği azalır. Buna disklerdeki beslenme bozukluğu ve kimyasal değişiklikler de eklenir ve sonuçta disk zamanla elastikiyetini yitirir. Mikro düzeyde bulunan çatlaklar üzerine aşırı yük binince veya kişi yanlış bir hareket yaptığında diskin içindeki yumuşak kısım etrafındaki kapsülü kolayca yırtarak dışarıya doğru çıkar ve bel fıtığı oluşur. Bu fıtıklaşmanın komşuluk eden sinire basması sonucu ilgili sinir boyunca bacakta ağrı, duyu kaybı, kuvvet kaybı gibi bulgular da ortaya çıkar. Bunun yanında fıtıklaşmış diskten ortama salınan bazı kimyasal maddeler de sinir köklerini etkileyerek ağrıya neden olmaktadır.
Damar hastalıkları, şeker hastalığı ve sigara kullanımı; diske gelen kan akımının miktar ve kalitesini, dolayısıyla onun beslenmesini olumsuz yönde etkileyerek bozulmayı hızlandırırlar. Bel fıtığı riski altında olanlar ise halter gibi yüksek ağılıklarla yapılan sporlarla uğraşanlar, yüksek riskli temas sporları ile uğraşanlar, zayıf bel ve karın kasları olanlar, aşırı kilolu olan kimseler, ağır kaldırma ve yanlış eğilme hareketlerini yapanlar, hamileliğin son aylarında olanlar, uzun süre araç kullanmak zorunda olan kimseler ve duruş bozukluğu olan kimselerdir. Sonuçta bel fıtığı oluşumunda rol oynayan dış faktörlerin başında günlük aktiviteler esnasında ortaya konan bilinçsiz hareketler gelmektedir. Eğilerek veya uzanarak bir yük kaldırdığımızda belde bulunan diskler üzerine binen yük simetrik değil, asimetrik olmaktadır.
Ağır bir yükü kaldırmak veya ters bir hareket yapmak gibi pek çok dış faktörün yanında kişiye ait faktörler de bel fıtığı oluşmasında önemli rol oynarlar. Kişiye ait faktörlerin başında omur kemikleri arasında bulunan ve disk adı verilen kıkırdak benzeri yapılardaki bozulma gelir. Yaş ilerledikçe diski besleyen damarlar azalır ve diskin beslenmesi difüzyonla olur. Disklerin ihtiva ettiği su oranı da çocuk yaştan itibaren yavaş yavaş azalmaya başlar. Çocuklarda % 80 olan bu oran, yetişkinlerde % 50-60'a düşer. Neticede diskin yüksekliği azalır. Buna disklerdeki beslenme bozukluğu ve kimyasal değişiklikler de eklenir ve sonuçta disk zamanla elastikiyetini yitirir. Mikro düzeyde bulunan çatlaklar üzerine aşırı yük binince veya kişi yanlış bir hareket yaptığında diskin içindeki yumuşak kısım etrafındaki kapsülü kolayca yırtarak dışarıya doğru çıkar ve bel fıtığı oluşur. Bu fıtıklaşmanın komşuluk eden sinire basması sonucu ilgili sinir boyunca bacakta ağrı, duyu kaybı, kuvvet kaybı gibi bulgular da ortaya çıkar. Bunun yanında fıtıklaşmış diskten ortama salınan bazı kimyasal maddeler de sinir köklerini etkileyerek ağrıya neden olmaktadır.
Damar hastalıkları, şeker hastalığı ve sigara kullanımı; diske gelen kan akımının miktar ve kalitesini, dolayısıyla onun beslenmesini olumsuz yönde etkileyerek bozulmayı hızlandırırlar. Bel fıtığı riski altında olanlar ise halter gibi yüksek ağılıklarla yapılan sporlarla uğraşanlar, yüksek riskli temas sporları ile uğraşanlar, zayıf bel ve karın kasları olanlar, aşırı kilolu olan kimseler, ağır kaldırma ve yanlış eğilme hareketlerini yapanlar, hamileliğin son aylarında olanlar, uzun süre araç kullanmak zorunda olan kimseler ve duruş bozukluğu olan kimselerdir. Sonuçta bel fıtığı oluşumunda rol oynayan dış faktörlerin başında günlük aktiviteler esnasında ortaya konan bilinçsiz hareketler gelmektedir. Eğilerek veya uzanarak bir yük kaldırdığımızda belde bulunan diskler üzerine binen yük simetrik değil, asimetrik olmaktadır.
02:49 by UnknownNo comments
Skolyoz bir hastalık olmayıp, sağlıklı bir omurga yapısında oluşan biçimsel bir şekil bozukluğu, bir deformitedir. Normal bir omurga arkadan bakınca düz iken yandan bakınca kıvrımlıdır. Bu kıvrımlar sırt bölgesinde hafif bir kamburluk (kifoz) ve bel bölgesinde bir çukurluk (lordoz) şeklinde iken skolyoz varsa omurganın göğüs (torasik) veya bel (lomber) bölgelerinde, yana doğru ve rotasyonel üç boyutlu eğriliği görülebilir. Bu eğilmeler omurganın sadece bir bölgesinde olabileceği gibi birden çok bölgesinde ve farklı yönlerde de olabilir. Skolyozun ilerlemesini belirleyen en önemli faktör çocuğun fiziksel gelişim hızıdır. Tek başına olabileceği gibi, kifoz (arkadan öne doğru anormal bir eğrilik) ile beraber de görülebilir (Kifoskolyoz).
Hastalık kız çocuklarında çok daha sık görülür. Özellikle 30 dereceyi geçen skolyoz adolesan kızlarda erkeklere oranla on kat fazla görülmektedir. Ülkemizde 12-14 yaş arası çocuklarda yapılan taramalarda omurga eğriliklerinin % 2 oranında görüldüğü saptanmıştır.
Küçük yaş skolyoz tedavi edilmezse gelecekte akciğer ve solunum problemleri, kalp problemleri, yeti kayıpları, nadiren çok ileri deformitelerde omurilik basısı ve felç ve genellikle ciddi kozmetik ve psikolojik sorunlara neden olabilir.
Skolyoz tedavisi söz konusu olduğunda amaç kozmetik olarak düzgün, dengeli ve ağrısız bir omurga yapısı sağlamak ve oluşabilecek ek sorunları önlemektir. Erken tanı, eğriliğin daha küçükken saptanması ve gerekli önlemlerin alınması ile ilerlemenin önüne geçilmesini sağlar. Tanı ve tedavide her hasta bireysel olarak değerlendirilmelidir. Genel olarak skolyoz küçük yaşta ortaya çıkarsa, iskelet olgunlaşmasının derecesi, çift eğrilik, eğrilik açısı fazlalığı, hastalığın ilerleyebileceği konusunda uyarıcı olabilir. Bu hastalar konunun uzmanı bir hekim tarafından daha yakın izlenirler. 20 derecenin altında ve iskelet gelişimi tamamlanmaya yakın hastalarda sadece gözlem ve belirli aralıklarla kontrol yeterlidir. Gözlem hasta iskelet sistemi gelişimini tamamlayıncaya kadar sürer.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Skolyoz/
Hastalık kız çocuklarında çok daha sık görülür. Özellikle 30 dereceyi geçen skolyoz adolesan kızlarda erkeklere oranla on kat fazla görülmektedir. Ülkemizde 12-14 yaş arası çocuklarda yapılan taramalarda omurga eğriliklerinin % 2 oranında görüldüğü saptanmıştır.
Küçük yaş skolyoz tedavi edilmezse gelecekte akciğer ve solunum problemleri, kalp problemleri, yeti kayıpları, nadiren çok ileri deformitelerde omurilik basısı ve felç ve genellikle ciddi kozmetik ve psikolojik sorunlara neden olabilir.
Skolyoz tedavisi söz konusu olduğunda amaç kozmetik olarak düzgün, dengeli ve ağrısız bir omurga yapısı sağlamak ve oluşabilecek ek sorunları önlemektir. Erken tanı, eğriliğin daha küçükken saptanması ve gerekli önlemlerin alınması ile ilerlemenin önüne geçilmesini sağlar. Tanı ve tedavide her hasta bireysel olarak değerlendirilmelidir. Genel olarak skolyoz küçük yaşta ortaya çıkarsa, iskelet olgunlaşmasının derecesi, çift eğrilik, eğrilik açısı fazlalığı, hastalığın ilerleyebileceği konusunda uyarıcı olabilir. Bu hastalar konunun uzmanı bir hekim tarafından daha yakın izlenirler. 20 derecenin altında ve iskelet gelişimi tamamlanmaya yakın hastalarda sadece gözlem ve belirli aralıklarla kontrol yeterlidir. Gözlem hasta iskelet sistemi gelişimini tamamlayıncaya kadar sürer.
devamı: http://www.semihkeskil.com/Skolyoz/
02:47 by UnknownNo comments
Ağrı hiç bir ilaçla dindirilemiyorsa, hastaların omuriliğine morfin pompası yerleştirilebilmekte, gerekirse ağrı taşıyıcı sinirleri kesilebilmekte; hatta 7 yıl ömrü olan ağrı pili takılabilmektedir.
devamı : http://www.semihkeskil.com/Bunama_ve_Agri_Cerrahisi/
devamı : http://www.semihkeskil.com/Bunama_ve_Agri_Cerrahisi/
02:46 by UnknownNo comments
Hidrosefali, sıklıkla çocuklarda ve yaşlılarda beyinde aşırı su birikmesi olarak bilinmektedir. Burada belirtilen su "beyin-omurilik sıvısı"dır. Bu sıvı beyin ve omuriliğe gelen darbelerin zararlı etkisini azaltır, gün boyunca sürekli olarak yapılıp geri emildiği için beynin beslenmesine ve atıkların taşınmasına yardımcı olur, beyin ve omurilik arasında dolaşarak beyindeki basınç değişikliklerini düzenler. Bu sıvının aşırı birikimi beyin içi kanamaları, kafa travmaları, beyin tümörleri, erken doğuma bağlı kanamalar ve menenjite bağlı olabileceği gibi; kalıtsal veya meningosel benzeri gelişimsel bozukluklara bağlı olabilir, hatta yaşlılarda beyin omurilik sıvısının geri emiliminin azalması sonrasında da görülebilir.
devamı : http://www.semihkeskil.com/Hidrosefali/
devamı : http://www.semihkeskil.com/Hidrosefali/
02:44 by UnknownNo comments
Beyin Cerrahinin önemli bir hastalık grubunu beyin tümörleri oluşturmaktadır. En basit anlatımıyla beyin tümörü, beyindeki anormal hücrelerin çoğalımı ve kitle oluşturmalarıdır. Beyin tümörü, kafatası içerisinde karakterine göre düzensiz ya da düzenli bir biçimde büyüyerek beyin üzerine baskı yapar; ve genişleme, büyüme imkânı olmayan kafatası içerisinde bulunduğu bölgeye ve baskı altında tuttuğu beyin alanına göre belirtiler verir; fakat öncelikli olarak beyin-omurilik sıvısı akışkanlığını bozup veya akımı tamamen durdurup kafa içi basıncının artmasına bağlı bulgular gösterir. Genel olarak beyin tümörlerini kötü huylu ve iyi huylu olarak sınıflandırabiliriz.
devamı : http://www.semihkeskil.com/Beyin_Tumoru/
devamı : http://www.semihkeskil.com/Beyin_Tumoru/
02:25 by UnknownNo comments
Boyun ağrısı günlük yaşamda çok sık karşılaşılan sorunlardan biridir. Bazı meslek grupları boyun ağrısı yatkınlığı gösterirler. Masa başı yoğun bilgisayar kullanımı gerektiren ofis işlerini yapan kişiler, öğretmenler, şoförler, bedensel olarak yoğun iş yapanlar gibi.
Boyun bölgesinde 7 adet omur bulunur. Omurlar arasında disk adı verilen ve hem başımızı her yöne çevirmemizi sağlayan hem de başın ağırlığını taşıyan kıkırdak doku bulunur. Boyun omurları içerisinden omurilik, omurlar arasında bulunan deliklerden ise kollara giden sinirler çıkar. Boyun omurları çok hareketli bir yapıya sahip olduğu için boyun ağrısı sık karşılaşılan bir yakınmadır. Erişkin yaş grubundaki insanların yarısı yaşamlarında en az bir kez boyun ağrısı atağı geçirir. Bu kişilerde sık görülen boyun ağrısı, başın bittiği yerle omuzların başladığı bölge arasında herhangi bir yerde hissedilebilir. Ancak boyun ağrısının bu bölgeyle sınırlı kalmayıp, sırta ve kollara vurduğu da olur.
Başlıca iki çeşit boyun ağrısı vardır: Çoğunlukla duruş-oturuş bozuklukları nedeni ile boyunu etkileyen küçük travmalar veya boyun kaslarını ve bağ dokusunu etkileyen küçük zedelenmeler nedeni ile olan ve başa, omuzlara ve kollara yayılan "mekanik boyun ağrısı" ve daha nadir olarak görülen ve boyun fıtığı (Servikal disk hernisi), boyun omurlarında kireçlenme yani dejenerasyon / yıpranma (Servikal spondilozis), boyun omurga kanal daralması sonucu omurilik tutuluşu (Servikal spondilotik miyelopati) gibi omurga patolojilerine bağlı ağrı. Tabii enfeksiyon hastalıkları, iç organ hastalıkları, kemik hastalıkları, tümörler, omurga iltihabı ve hormonal hastalıklara bağlı olarak ta boyun ağrısı oluşabileceğini unutmamak gerekir.
Boyun ağrısı şikayetiniz varsa, daha karmaşık nedenlerden şüphe etmeden önce; yatağınız ve yastıklarınız iyi ürünler mi, bütün gün stres seviyeniz yüksek mi veya iş yerinde sürekli klavyeye doğru boynunuzu eğerek uzun saatler çalışıyor, uzun süre boynu eğik şekilde sabit tutarak kitap okuyor, el işi yapıyor, uzun süre araba sürüyor, yatarak televizyon izliyor musunuz bir gözden geçirin. Bu sorulardan bir veya ikisine ‘evet' diye cevap verdiğinizde; ağrıya yol açan durumla ilgili gereken değişiklik yapıldıktan sonra, iki-üç gün içerisinde ağrı giderek azalır ve bir-iki hafta içerisinde de kaybolur.
Boyun ağrısı kola sıçramışsa ve kolda hissizlik, uyuşma ya da güçsüzlük gibi şikayetler görülüyorsa; eğer ağrı günden güne azalacağına kötüleşiyorsa; genel olarak bir halsizlik, kendini iyi hissetmeme şikayetiyle birlikte boyun ağrısı da varsa; ağrıyla beraber ateş, kilo kaybı gibi belirtiler varsa; boyun ağrısının yanı sıra idrara çıkmakla ya da yürümekle ilgili de bir problem yaşanıyorsa; boyun kemiklerinde hassaslaşma, yumuşaklık dikkat çekiyorsa; iltihaplı veya iltihapsız romatizmal hastalık ya da kanser gibi önemli bir hastalığın yanı sıra boyun ağrısı başlamışsa hemen bir uzmana başvurmak gerekir.
Başlangıçta boyun hareketleri ağrılı olduğu için kişi boynunu hareketsiz tutmak ister. Ancak boynun sertleşmesini engellemek için ağrının izin verdiği ölçüde, derecesini sürekli artırarak doğal hareketler yapmak gerekir. Boyunluk kullanmak boyun hareketlerini kısıtlayacağı için önerilmez. Boynun normal hareketlerine en kısa sürede kavuşması ağrının kronikleşmesini engeller. Ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar mekanik ağrıları dindirir. Çeşitli egzersizler, ağrıya neden olan uzun süreli baş öne eğik kötü duruşun düzeltilmesi ve boynu zorlayan hareketlerden kaçınmak genel olarak uygulanan tedavi yöntemleridir. Gerginlikten kaynaklanan ağrılara karşı masaj, sıcak banyo ve egzersiz gibi kas gevşetici aktiviteler de işe yarayabilir. Ağrılı dönemde boyun hareketleri kısıtlı olacağı için araba kullanmak gibi ani refleks gerektiren işlerden kaçınılmalıdır.
Boyun bölgesinde 7 adet omur bulunur. Omurlar arasında disk adı verilen ve hem başımızı her yöne çevirmemizi sağlayan hem de başın ağırlığını taşıyan kıkırdak doku bulunur. Boyun omurları içerisinden omurilik, omurlar arasında bulunan deliklerden ise kollara giden sinirler çıkar. Boyun omurları çok hareketli bir yapıya sahip olduğu için boyun ağrısı sık karşılaşılan bir yakınmadır. Erişkin yaş grubundaki insanların yarısı yaşamlarında en az bir kez boyun ağrısı atağı geçirir. Bu kişilerde sık görülen boyun ağrısı, başın bittiği yerle omuzların başladığı bölge arasında herhangi bir yerde hissedilebilir. Ancak boyun ağrısının bu bölgeyle sınırlı kalmayıp, sırta ve kollara vurduğu da olur.
Başlıca iki çeşit boyun ağrısı vardır: Çoğunlukla duruş-oturuş bozuklukları nedeni ile boyunu etkileyen küçük travmalar veya boyun kaslarını ve bağ dokusunu etkileyen küçük zedelenmeler nedeni ile olan ve başa, omuzlara ve kollara yayılan "mekanik boyun ağrısı" ve daha nadir olarak görülen ve boyun fıtığı (Servikal disk hernisi), boyun omurlarında kireçlenme yani dejenerasyon / yıpranma (Servikal spondilozis), boyun omurga kanal daralması sonucu omurilik tutuluşu (Servikal spondilotik miyelopati) gibi omurga patolojilerine bağlı ağrı. Tabii enfeksiyon hastalıkları, iç organ hastalıkları, kemik hastalıkları, tümörler, omurga iltihabı ve hormonal hastalıklara bağlı olarak ta boyun ağrısı oluşabileceğini unutmamak gerekir.
Boyun ağrısı şikayetiniz varsa, daha karmaşık nedenlerden şüphe etmeden önce; yatağınız ve yastıklarınız iyi ürünler mi, bütün gün stres seviyeniz yüksek mi veya iş yerinde sürekli klavyeye doğru boynunuzu eğerek uzun saatler çalışıyor, uzun süre boynu eğik şekilde sabit tutarak kitap okuyor, el işi yapıyor, uzun süre araba sürüyor, yatarak televizyon izliyor musunuz bir gözden geçirin. Bu sorulardan bir veya ikisine ‘evet' diye cevap verdiğinizde; ağrıya yol açan durumla ilgili gereken değişiklik yapıldıktan sonra, iki-üç gün içerisinde ağrı giderek azalır ve bir-iki hafta içerisinde de kaybolur.
Boyun ağrısı kola sıçramışsa ve kolda hissizlik, uyuşma ya da güçsüzlük gibi şikayetler görülüyorsa; eğer ağrı günden güne azalacağına kötüleşiyorsa; genel olarak bir halsizlik, kendini iyi hissetmeme şikayetiyle birlikte boyun ağrısı da varsa; ağrıyla beraber ateş, kilo kaybı gibi belirtiler varsa; boyun ağrısının yanı sıra idrara çıkmakla ya da yürümekle ilgili de bir problem yaşanıyorsa; boyun kemiklerinde hassaslaşma, yumuşaklık dikkat çekiyorsa; iltihaplı veya iltihapsız romatizmal hastalık ya da kanser gibi önemli bir hastalığın yanı sıra boyun ağrısı başlamışsa hemen bir uzmana başvurmak gerekir.
Başlangıçta boyun hareketleri ağrılı olduğu için kişi boynunu hareketsiz tutmak ister. Ancak boynun sertleşmesini engellemek için ağrının izin verdiği ölçüde, derecesini sürekli artırarak doğal hareketler yapmak gerekir. Boyunluk kullanmak boyun hareketlerini kısıtlayacağı için önerilmez. Boynun normal hareketlerine en kısa sürede kavuşması ağrının kronikleşmesini engeller. Ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar mekanik ağrıları dindirir. Çeşitli egzersizler, ağrıya neden olan uzun süreli baş öne eğik kötü duruşun düzeltilmesi ve boynu zorlayan hareketlerden kaçınmak genel olarak uygulanan tedavi yöntemleridir. Gerginlikten kaynaklanan ağrılara karşı masaj, sıcak banyo ve egzersiz gibi kas gevşetici aktiviteler de işe yarayabilir. Ağrılı dönemde boyun hareketleri kısıtlı olacağı için araba kullanmak gibi ani refleks gerektiren işlerden kaçınılmalıdır.
8 Mart 2015 Pazar
02:47 by UnknownNo comments
02:46 by UnknownNo comments
Bel ve bacak ağrısı ile seyreden hastalıklar çok çeşitlidir. Yani bel ve bacak ağrısı bulunan her hastaya "Mutlaka bel fıtığı !" peşin hükmü ile yaklaşmak doğru değildir. Bel fıtığı tablosunu taklit eden pek çok hastalık vardır. Basit bir spor yaralanması romatizma, enfeksiyon hastalıkların, kanser ve bel kayması gibi birçok hastalık bel ve/veya bacak ağrısı ile seyredebilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)